![]() |
Saraçhane Köprüsü (Merkez)
Click this bar to view the full image.Edirne, Sarayiçi’nde Meriç Nehri ile birleştikten sonra güneye doğru akan Tunca Nehri üzerindedir. Aynı zamanda bu köprü şehrin kuzeybatısını saraya bağlamaktadır. Köprü Sultan II.Murad dönemi Umeralarından Şehabettin Paşa tarafından 1451 yılında yaptırılmıştır. Sultan II.Mustafa tarafından da 1706 yılında onarılmıştır. Edirne Valisi Hacı Esved Paşa 1886 yılında taştan örme ayaklar üzerinde köprüyü 50-60 m. kadar uzatmıştır. Ancak eski köprü ile yeni yapılan köprü arasında bir uyum sağlanamamıştır. Saraçhane Köprüsü 120 m. uzunluğunda, 5 m. genişliğinde 11 ayaklı ve 10 kemerli bir köprüdür. Bu köprü 12 ayaklı olarak yapılmışsa da bugün iki yandaki birer kemeri toprak altında kalmıştır. Sivri olan bu kemerler yanlara doğru küçülmekte ve yol seviyesi ile birleşmektedir. Köprü cephelerinde ayaklara üçgen çıkıntılı selyaranlar yerleştirilmiştir. Köprünün üzerinde bir dinlenme balkonu vardır. Köprünün mansap cephesinde kitabe köşkü taş bloklar üzerine oturtulmuştur. Buradaki köşkün cephesi kırık sivri kemerler halindedir. Bu kırık sivri kemerli cephenin üzerinde alınlık şeklinde bir bölüm ve çatı yer almaktadır. Bu görünüşü ile köşk adeta bir zafer takına benzemektedir. Bu köşkün üzerinde bulunan 1451 tarihli kitabe Edirne Müzesi’ndedir. Kitabe: Bena hazel kantaratil meymenetil mübareketi, sahibül hayrati ve-l hasenât El vezirull-âzam ved düstûrul-muazzam el-müştehirull mudevvu bi-Şihabeddin Paşa Edrakehul lahü mâyeşâ Min zemanis-sultanil-mücahid elgazi Murad Han İbn-i Muhammed han min nesli Osman. Senete hamse ve hamsine ve semanemietin hicriyetin hilaliyetin. h.855 (1451) Sultan III.Mustafa’nın yaptırmış olduğu onarımı belirten kitabesi bugün köşkün üzerinde bulunmaktadır: Padişâh-ı heft-kişver şehriyâr-ı bahr-ü ber Hazreti Han Mustafa Şahinşehi Nusret Liva Edirne şehrine teşrif edicek emreyledi Çün bu hayrı (cisri) yapmağa ol dâver-i ferman reva Hamdi’llâh bir ****net üzre bünyad oldu kim Çeşm-i dünya görmemiştir böyle muhkem bir bina Şevketiyle gün be gün ömrünü efzûn eyleyip Böyle çok hayra muvaffak eyleye bari Hüdâ Faika tekmil olunca didiler tarihini Eyledi ferman yaptı bu cisri yaptı Sultan Mustafa. h.1113 (1702) Köprünün baba taşları dikdörtgen görünümlü payeler halinde olup, köprünün her iki yönünde de yer almaktadırlar. Köprünün bütünü kesme taştan yapılmıştır. Fatih Köprüsü (Merkez) Edirne Sarayiçi’nde, Demir Kapı ile Adalet Kasrı arasında Tunca Nehri üzerindeki bu köprünün kitabesi bulunmadığından ne zaman yapıldığı kesinlik kazanamamıştır. Bununla beraber, köprünün Fatih Sultan Mehmet döneminde XV.yüzyılda yapıldığı kabul edilmektedir. Mimarı hakkında da bir bilgi bulunmamaktadır. Sarayiçi’ndeki sarayın yanmasından sonra yapılan Süvari Kışlalarına yakınlığından ötürü de bu köprüye Süvari Köprüsü, saray kullanılırken de Has Bahçe Köprüsü isimleri de yakıştırılmıştır. Köprü 4 ayak üzerine 3 kemerli olarak kesme köfeki taşından yapılmıştır. Köprü kemerleri hafif sivridir. Orta kemer diğerlerinden daha büyük ve daha geniştir. Kemer ayakları memba cephesinde üçgen bir çıkıntı oluşturur. Bunun karşı cephesinde ise sekizgenin yarısı olarak düşünülen kütlevi bir çıkıntı bulunmaktadır. Köprü üzerinde dışarıya taşkın bir korniş uzanmaktadır. Bu kornişler köprünün meyline uygundur. Baba taşları bulunmamaktadır. Beyazıt Köprüsü (Merkez) Edirne Beyazıt Camisi yakınında Tunca nehri üzerindedir. Aynı zamanda bu köprü Edirne Merkezini Yeni İmaret Mahallesi’ne bağlamaktadır. Köprü Sultan II.Beyazıt tarafından 1488’de yaptırılmıştır. Mimarı Hayreddin’dir. Beyazıt Köprüsü, 78 m. uzunluğunda, 6 m. genişliğinde kesme taştan yapılmıştır. Köprü beş sivri kemerli olup, kemer açıklıkları ortada 7 m., yanlarda da 3’er m.dir. Köprünün Edirne yönündeki kemer ayakları bugün toprak altında kalmıştır. Orta ayakları oldukça kalın ve kütlevidir. Köprünün tampon duvarları üzerinde bir korniş boydan boya devam etmektedir. Baba taşı bulunmamaktadır. Yalnız Göz Köprüsü (Merkez) Edirne Sarayiçi’nde Beyazıt Köprüsü’nün devamıdır. Sultan II.Selim zamanında, 1570 yılında yapılmıştır. Mimar Sinan tarafından yapıldığı sanılmaktadır. Köprü tek bir kemerden, 6.60 m. açıklığındadır. Kesme taştan yapılmıştır. Kanuni Köprüsü (Saray Köprüsü) (Merkez) Edirne Sarayiçi’nde Tunca Nehri üzerinde olan bu köprüyü Kanuni Sultan Süleyman döneminde, 1560 yılında Mimar Sinan yaptırmıştır. Sarayiçi Köprüsü ismi ile de anılan bu köprü 4 sivri kemer üzerine oturtulmuştur. Köprüde selyaranlar dışında başka bir mimari eleman görülmemektedir. Her iki yönündeki baba taşları da köprüyü tamamlamaktadır. Köprünün memba cephesinde sivri kemerli selyaranları bulunmaktadır. Köprü üzerinde bir korniş devam etmektedir. Bu korniş ile korkuluk arasında iki sıralı bir taş dizisi bulunmaktadır. Uzunköprü (Uzunköprü) Edirne Uzunköprü’de Ergene Nehri üzerinde Sultan II.Murad zamanında 1443-1444 yıllarında Mimar Hacı İvaz Paşa tarafından yaptırılmıştır. Köprü 1392 m. uzunluğunda 5,5 m. genişliğinde olup, 174 gözden meydana gelmiştir. Köprünün kemerleri sivri ve yuvarlak olmak üzere iki ayrı şekildedir. Bunlardan Uzunköprü tarafındaki 1-33 kemerleri sivri, 34-80 kemerleri yuvarlak, 81-112 kemerleri yine sivri, 113-151 kemerleri yuvarlak, 152-160 kemerleri sivri, 161-174 kemerleri yuvarlak olarak yapılmıştır. Kemer açıklıklarının hepsi aynı genişlikte olmasına rağmen yalnızca 147 ile 148. kemerler diğerlerinden biraz daha geniş ve büyüktür. Tampon duvarları üzerindeki selyaranlar 55. kemerden başlamakta ve her kemerde orta ayak hizasında üçgen çıkıntılar meydana getirmektedir. Orta ayaklarda selyaranlar üzerinde yer alan tahliye gözleri kemer halindedir. Ancak günümüzde bu gözler köprü cephesinde bulunmamaktadır. Köprünün yapımında kesme taş kullanılmıştır. Uzunköprü’deki tarih köşkü veya tarih kitabesi bulunmamaktadır. Ancak Sultan II.Abdülhamid zamanında köprü onarılmış ve kitabesi Uzunköprü’deki Gazi Mihal Bey veya Belediye Parkı Çeşmesi denilen çeşmenin üzerine konulmuştur. Köprü karayollarınca onarılmış ve bu onarım sırasında hiçbir anlamı olmayan bir fil kabartması buraya yerleştirilmiştir. |
Meriç Köprüsü (Merkez)
Edirne Karaağaç yolu üzerinde Meriç ve Arda nehirlerinin birleştikleri yerde Meriç Nehri’nin üzerinde bulunmaktadır. Bu köprünün olduğu yerdeki selden yıkılan eski köprünün yerine Sultan II.Mahmut Edirne’ye geldiğinde yeni bir köprü yapılmasını istemiştir. Ancak maddi sıkıntıdan ötürü köprünün yapımına hemen başlanamaz ve bu köprü Abdülmecid döneminde yapılabilmiştir. Köprünün yapımına 1842 yılında başlanmış, 1847’de de tamamlanmıştır. Mimarının kim olduğu bilinmemektedir. Köprü 263 m. uzunluğunda, 7 m. genişliğinde ve 13 ayak üzerine 12 kemerli olarak yapılmıştır. Köprünün kemerleri hafif sivri olup, kemer aralıkları 12 m.dir. Orta ayaklarda ise bu açıklık 6 m. civarındadır. Selyaranlar köprünün memba ve mansap cephelerinde orta ayaklar üzerindedir. Memba cephesindeki selyaranlar üçgen çıkıntılar halinde olup, bunların tepe uçları da üçgen biçimdedir. Mansap cephesindeki selyaranlar yedi köşeli çıkıntılar halindedir. Köprünün ortasında yer alan selyaranlar hem membada hem de mansapta çıkıntı meydana getirmektedirler. Köprünün orta kısmında memba cephesinde bir köşk balkonu, mansap cephesinde de bir kitabe köşkü bulunmaktadır. Kitabe köşkü barok üslupta, mermerden yapılmıştır. Burada birbirine bitişik ikişer paye üzerine bir tonoz yerleştirilerek köprünün kitabesi buraya konulmuştur. Bu bölüm dıştan kubbe şeklindedir. Aynı zamanda bu köşk bir dinlenme yeri olarak da düşünülmüştür. Köşk cephesinde görülen mermer kitabe Yunanlıların Trakya’yı işgali sırasında yok edilmiştir. Bundan sonra Necmettin Okyay’dan icazetli Uğur Derman tarafından talik yazı ile yeniden yazılmıştır (1966). Kitabe: Esas-endâz-ı dünyâni kerem Abdülmecid han’ın İmar-ı mülkünün üstad-ı adli oldu mimari Olalıdan münhel cezb-ü mekârim ol şehin ahdi Seza mânend derya dehre kılsa lütf-i câri O Şahinşedir elhakk faiz-ül hayrât âlemde Sezâdır kılsa âbâdân mülkü böyle âsârı Edirne beldesi enhrı üzre hayr-i şâhne Garîk-i cûy-i ihsan eyledi etraf ü aktarı Gelib geçtikçe halk-ı memleket bu cisr-i sanîden Duasaz dû-bâlâ kıldılar evrad-ü ezkârı Meriç ü Arda nehri tâ-revan oldukça bu sûden O şahin mülkünün feyz-i ilâhi ola enhârı Bu tâk-ı cisri tersi’i etti Ziver işbu tarihin Bu âli cisr oldu hayr-ı sanî-i cihandârî. Sene:1258 Kesme taştan yapılmış olan köprünün korniş taşı ve korkuluk taşları köprü meyiline uygun olarak devam etmektedir. |
Tunca Köprüsü (Merkez)
Edirne’de Tunca Nehri üzerindeki Edirne’nin Karaağaç ile bağlantısını sağlayan köprüyü Sultan II.Mehmet zamanında defterdarlık görevinde bulunmuş olan Ekmekçizade Ahmet Paşa 1608-1615 yıllarında yaptırmıştır. Köprünün mimarı İstanbul’da Sultanahmet Camisi’ni de yapmış olan Sedefkâr Mehmet Ağa’dır. Tunca Köprüsü 11 ayaklı ve 10 kemerli olarak yapılmıştır. Köprünün mansap ve memba cephelerinde görülen selyaranlar üçgen çıkıntılar halindedir. Köprü üzerinde bir de kitabe köşkü bulunmaktadır. Yarısı yıkılmış olan köprü yeniden yapılmıştır. Köprünün hafifletme gözleri selyaranlarla bir bütün oluşturacak şekilde köprü cephesine yerleştirilmiştir. Bunların iki tanesi üç ve dördüncü kemerlerin oluşturduğu orta ayak üzerindeki üçgen selyaranın iki yanında yer almaktadır. Bu gözler sivri kemerlidir. Mansap cephesinde yer alan selyaranın iki yanında görülen hafifletme gözleri memba cephesindekilerin bir tekrarıdır. Köprünün ortasında kitabe köşkünün altında bulunan hafifletme gözü kitabe köşkü ile bütünleşmiştir. Bu kısım tampon cephesinden dışarıya doğru kare bir çıkıntı meydana getirmektedir. Köprünün ortasında bulunan kitabe köşkü bir balkon görünümündedir. Bu kitabeyi Edirneli Şair Kamil mermer üzerine talik yazı ile yazmıştır. Kitabe: Ekmekçi Zade Ahmed Paşa-i kâmkârı Hayratını görenler itmez mi hayrile yâd Bu devlet içre defterdâr oldu on sekiz yıl Bâ haşmet-i vezâret bâ devlet-i Hüdâdâd Doldurdu Tunca nehrin bî şübhe sîm-ü-zerle Bu cisr-î bî âdili illâh itti bünyâd Maksudu bir du’adır ancak gelüb geçenden Lâyık budur ki sen de ruhunu idesin şâd Kâmî didi esas-ı mistahkemine tarih Zibende rah-ı gülşen bu cisr-i Ahmed âbâd Kad büniye fî seneti 1016 (1607). |
Hatip Bey Çeşmesi (Merkez)
Edirne Meydan Mahallesi, Selimiye Camisi ile Atik Ali Paşa Camisi yakınında bulunmaktadır. Çeşmenin ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı kesinlik kazanamamıştır. Bezirgân Hacı Mehmet Efendi tarafından onarılmıştır. Bu onarımı belirten kitabesi günümüze gelememiştir. Ancak Oral Onur’dan öğrendiğimize göre kitabenin metni şöyledir: Bezirgân el Hac Muhammed Muvaffak idi bu hayratı tamir Harabe müşerref olmuşken bu Çeşme Edüp tamir anı eyledi abâd Ola banisi hem tamir edenle Duhûl eden eyler sa’d ab hemişe Akıp bir sariye tarihin sakkdır İçendir dil-teşne gelene afiyet yap. Çeşme kesme taştan iki cepheli, kare planlıdır. Üzeri taştan piramidal külah ile örtülmüştür. Sivri kemerli cephesine ayna taşı ve yalağı yerleştirilmiştir. İki Lüleli (Şair Hayali) Çeşmesi (Merkez) Edirne Uzunkaldırım Caddesi’nde bulunan iki lüleli çeşmeyi Edirneli şairlerden hayali yaptırmıştır. Bu çeşmenin suyu iki lüleden aktığından ötürü de halk arasında İki Lüleli Çeşme olarak tanınmıştır. Çeşmenin orijinal kitabesi günümüze gelememiştir. Ancak 1906 yılında çeşmeyi onaran Mustafa Bey buraya bir onarım kitabesi koydurmuştur. Kesme taştan, tek cepheli ve haznelidir. Cephesinde yuvarlak bir niş içerisine ayna taşı ve yalak yerleştirilmiştir. Çeşmenin cephesi kalın silmelerle çerçeve içerisine alınmıştır. Çeşmenin yanında ikinci bir ayna taşı daha bulunmaktadır. Yükselen yol nedeni ile çeşmenin bir bölümü toprak altında kalmış olup, bugün harap durumdadır. Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Çeşmesi (Merkez) Edirne’de Selimiye Camisi yakınında, Arasta’nın karşısında bulunan çeşmeyi Merzifonlu Kara Mustafa Paşa 1666 yılında yaptırmıştır. Edirne çeşmeleri arasında en büyüklerinden biri olarak nitelenen Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın bu çeşmesi zamanla harap olmuş, Cumhuriyet döneminde Trakya Genel Valisi Kâzım Dirik tarafından onarılmış ve suyu akıtılmıştır. Çeşme meydan çeşmesi niteliğinde olup, kesme taştan üç cephelidir. Üzeri ahşap bir çatı ile örtülüdür. Cephelerinde sivri kemerler içerisine alınmış ayna taşları ve yalak kısımları bulunmaktadır. Sivri kemerin içerisine dikdörtgen mermer üzerine yazılmış kitabesi yerleştirilmiştir: Cenab- Mustafa Pâşayı Ekrem Odur Pirâye bend-i şahid-i mülk Akıttı Edirne şehrinde bir su Göründü feyz-i İsim Mustafadan Atâllahü ömreh bis-sade ve ekbar Vezir_i Padişah-ı mesnet âra Odur kaim makam-ı adil pirâ Kim etti cer’asın Kevser-i temennâ Medine Edirne mâ’ayn-ı zerkâ’ Bi mâ’i feyzi min tarihi şânı Cer’i-aynü tüsemma sel-sebila 1077 (1667) |
Hacılar Ezanı Çeşmesi (Merkez)
İstanbul’dan Edirne’ye giriş yolu üzerinde bulunan bir namazgâh çeşmesidir. Edirne’den Hacca gidenlerin uğurlandığı ve karşılandığı yerde bulunan bu çeşmeyi 1798 yılında Ahmet Ağa yaptırmıştır. Çeşme 1903 yılında Cezzar Mustafa Efendi tarafından onarılmıştır. Bunu belirten kitabede Hacı Cezzar Mustafa Efendi ile eşi Hacer Hanım’ın ruhları için yaptırıldığı belirtilmektedir. Çeşme kesme taştan olup, üzeri konsollarla dışarıya doğru çıkıntı yapan düz bir kalıp şeklindedir. Bu tür çeşmelere Osmanlı mimarisinde rastlanmadığından kendisine özgü bir çeşmedir. Amcazade Çeşmesi (Merkez) Edirne Kıyık Caddesi üzerindeki çeşmeyi Beylerbeyi ve Kaptan-ı Deryalık yapmış olan Amcazade Hüseyin paşa 1704 tarihinde yaptırmıştır. Bu çeşmeyi Sultan III.Mustafa’nın sadrazamı iken yaptırmış, çeşmenin suyunu da Buçuktepe’de yaptırdığı Kasr-ı Dilara’dan getirmiştir. Çeşmenin sülüs yazılı kitabesi bulunmaktadır. Aynı zamanda Edirne Valisi ve ordu kumandanı Arif paşa’da 1901 yılında bu çeşmeyi onarmış ve bununla ilgili talik yazılı bir kitabeyi de çeşme üzerine koydurmuştur. Kitabe: Etti icra bu çeşmenin abın Hükmü şahinşe mübarek pey Emredince Hüseyin paşaya Etti lep teşne—gâni ableri Nice paşa ki lütuf ve ihsanı Gıpta-fermâi ruh hâtem Tayyi Bağlardan geçirdi bu abı Oldu atişâne neşve-bahş hâmi Öyle bir eyn-ruh perver kim Ab-ı hıvan yanında leys şebi Oldu yekpare Faika tarihi Bu iki mısra pey-ender-pey İçene ruhtur bu ab-ı zülâl Ve minel mâ’i külli şeyin hay 1116 (1704) Onarım Kitabesi: Binüçyüz yirmibir seneyi hicriyesinde Yaver-i Ekrem hazret-i şehriyârı Edirne Vali Vekili ve ikinci orduyu Hümâyün Müşiri Devletlû Arif paşa hazretleri tarafından Tamir ve suyu isale ettirilmiştir. 1321 (1903) Kesme taştan ve tek cepheli olarak yapılan çeşmenin yüksekliği 4 m., cephe genişliği ise 2.80 m. olup, Sivri kemer içerisinde bulunan ayna taşı mermerdendir. Yeniçeriler Çeşmesi (Acı Çeşme) (Merkez) Edirne Muradiye Camisi’nden Küçükpazara inen yol üzerindeki meydanda Yeniçeriler Hamamı bitişiğindedir. Kitabesi bulunmadığından ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Sultan I.Murad döneminde Yeniçeriler Ocağı burada bulunduğundan bu çeşmenin de o dönemden kaldığı sanılmaktadır. Suyunun acı oluşundan ötürü de halk arasında Acı Çeşme ismi ile de anılmaktadır. Kesme taştan yapılan çeşmenin yuvarlak kemeri içerisinde ayna taşı ve yalak taşı bulunmaktadır. Çeşmenin üzeri piramide yakın bir taş üst örtü ile kapatılmıştır. |
Muhammet İbn-i Ahmet çeşmesi (Merkez)
Edirne Saraçhane Mahallesi’ne giden yol üzerinde beylerbeyi Camisi’nin de karşısındadır. Muhammed İbn-i Ahmet çelebi tarafından 1591’de yapılmıştır. Bunu belirten sülüs yazılı bir kitabe çeşme üzerine yerleştirilmiştir. Kitabe: Merhum Muhammet İbn-i Ahmet çelebi Tarihi fî sene elf. 1000 (1591). Kesme taştan, tek cepheli bir köşe çeşmedir. Çeşme 1943 yılında Bektaş Şeker Pancarı tarafından onarılmış ve bunu belirten Türkçe bir kitabe de çeşmenin üzerine konulmuştur. Afife Hatun Çeşmesi (Merkez) Edirne Şeyhi Çelebi Mahallesi’ndedir. Afife hatun tarafından 1774 yılında yaptırılmıştır. Afife Hatun hakkında herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. çeşme kitabesini XVIII.yüzyıl Mevlevi dervişlerinden Hattatzâde hacı Mehmet Efendi yazmıştır. Afife namı hatun kıldı ihya Fi-sebil-illâh Feramuş etmesin nuş eyleyenin aştân rahmetden Mücevher harf ile Tâib dedi bir hoş edaya tarih Revan oldu bu ab-ı Kevser elhak ayn-ı izzetden. 1187 (1774). Çeşme kare planlı olup, kesme taştan yapılmıştır. Tek cepheli çeşmenin sivri kemeri içerisinde ayna taşı bulunmaktadır. Üst örtüsü çatı ile kaplıdır. Ancak bu çatı günümüze gelememiştir. Hacı Mehmet Ağa Çeşmesi (Merkez) Edirne Mithat Paşa Mahallesi’nde, Tabakhane Caddesi girişinde, Şah Melek Camisi’nin güneyinde yer alan bu çeşmeyi Hacı Mehmet Ağa 1651 yılında yaptırmıştır. Kesme taştan tek cepheli bir çeşmedir. Sivri kemerin içerisinde ayna taşı ve yalağı bulunmaktadır. Boyu 3 m., cephe genişliği ise 2.68 m. dir.Yan cephesinde dikdörtgen bir niş ve onun da üzerinde hazne kapağı bulunmaktadır. Hacı Hüseyin Çeşmesi (Merkez) Edirne 25 Kasım Stadyumu’nun yanında Balaban Paşa Mahallesi’ndeki bu çeşmeyi Hacı Hüseyin 1686 yılında yaptırmıştır. Çeşmenin önündeki havuz 1808’de yaptırılmıştır. Bu çeşme ve havuz Edirne Belediyesi tarafından kaldırılmış, sülüs yazılı kitabesi stadyumun duvarında bulunmaktadır. Kitabeyi Şair Razî yazmıştır. Kitabe: Edüp ruh-ı resul-illah çün bu Çeşmeyi bünyâd Zî âli eser hacı Hüseyinin nâmı yâd olsun Eder dil merde nice teşneyi her demde ol ihya Ana Kevser nasib oluptur cennet küşâd olsun Yerinde vaz edüp muhtaç idi hakka bu rah üzre Güzel hayr eyledi makbûl hallâk ve ibâd olsun Dedi itmamının tarihini seyr eyleyüp Razî Bu mâ’dan iç Hüseyin hem Hasan ervah şâd olsun. 1098 (1686). Abdülaziz Çeşmesi (Merkez) Edirne’ye 4 km. uzaklıkta olan çeşmenin kitabesinde 1870-1871 yıllarında Edirne’de Valilik yapan Mehmet Asım Paşa’nın ismi geçmektedir. Buna dayanılarak çeşmenin Sultan Abdülaziz döneminde Edirne Valisi Mehmet Asım Paşa tarafından yaptırıldığı düşünülmektedir. Kitabe:Hazreti Abdülaziz hanın hümayi şevketi Sayesinde hane-i sever oldu her beytül hüzn Sû-be-sû mülkünde açtı rah-ı mâ’muriyeti Sakinan memleket gördü nice hayr-ı hasen Emredüp işte Edirne vali-i alîsine Yani Asım paşa kim ol veziri mü’temen Su gibi bezleydedi gencine sayi ve himem Hep ahali hizmet ettiler bu yolda bilbeden Yazdı defterdarı Sadullah tarih tamam Yaptı bir yol bir de çeşme çaluşup ehli vatan 1288 (1870) Çeşme kesme taştan, tel cepheli ve konaklama yeri çeşmelerinden olup kemerlidir. Ayna taşı bulunmamaktadır. Namazgâh Çeşmesi (Merkez) Edirne Saray-ı Cedid-i Amire’nin Tunca Nehri kenarındaki meydanda yer alan Namazgâhın çeşmesidir. Sultan I.Ahmet döneminde 1768’de yapılmıştır. Bazı iddialara göre de Fatih Sultan Mehmet döneminde yapılmıştır. Çeşme kesme taştan üç cephelidir. Kuzey cephesinde, namazgâh taşı bulunmaktadır. 3x5 m. ölçüsündeki çeşme iki renkli taştan yapılmıştır. Sivri kemerli çeşmenin ayna taşı ve yalağı, ayrıca üzerinde de bir gülçe bulunmaktadır. Çeşmenin konturları kabartma bir silme içerisine alınmıştır. Ayna taşı istiridye motifi ile sonuçlanmakta olup, burada palmet, lale ve karanfil motifleri ayrı ayrı cephelerde yer almıştır. |
Sokollu Mehmet Paşa Çeşmesi (Havsa)
Edirne Havsa ilçesinde Sokollu Mehmet paşa 1576-1577 yıllarında cami, hamam, dergâhtan oluşan bir külliye yaptırmıştır. Külliyenin çeşmesi hamamın kuzeydoğu köşesinde olup kitabesinden Sultan I.Abdülhamid tarafından 1778’de bu külliyeye eklendiği anlaşılmaktadır. Kesme taştan olan çeşmenin üzeri geniş bir saçakla örtülmüştür. Barok üsluptaki çeşmenin sivri kemeri içerisinde ayna taşı ve üzerinde çeşitli bitkisel motifler bulunmaktadır. Samanyemez Çeşmesi (Uzunköprü) Edirne Uzunköprü Şehrliyan (Muradiye) Mahallesi, Hayrabolu Caddesi’ndeki Samanyemez Çeşmesi Sultan II.Murad’ın Malkoç yöresinden şehre getirdiği su şebekesi ile bağlantılı idi. Çeşme 1443 yılında yapılmış, zamanla harap olmuş, yıkılmış ve 1805 yılında da Seyit Hasan Ağa tarafından da onarılmıştır. Bu çeşmenin 1805 tarihli kitabesi günümüze gelememiştir. Ancak Latif Bağman’ın Uzunköprü ile ilgili kitabında bu kitabenin metni yazıldır. Kitabe: Şehâ Seyyid Hasan ağa serefraz-ı cihân olsun Silahşoör şehinşah-ı aziz kârmân olsun Mütevelli iken oldu muvaffak böyle hayrata Yapup bir çeşme nil-i âsâ hemen ab-ı revân olsun Buhayratı kılıp ihya Kâmil Said dedi tarihin Bu ab-ı her kim içer ise ber murâd olsun 1805. Kervansaray Çeşmesi (Uzunköprü) Uzunköprü Kervansarayının köşesinde Kurtuluş Caddesinin başında bulunan bu çeşmeyi Sultan II.Murad yaptırmıştır. Ne yazık ki 1443 tarihli bu çeşme satılmış ve yerine bir banka binası yapılmıştır. İsmail Hakkı Balkaz bu çeşmenin 1958 yılındaki durumunu şöyle anlatmıştır: “Dış görünüşü ile adeta Selçuki kümbetlerini hatırlatan bu çeşme Uzunköprü kervansarayının sağ köşesinde inşa edilmiş en eski bir eserdir. Hiçbir süsü olmayan bu sade çeşmenin haznesi bir kenarı 3,5 m. uzunluğunda muazzam bir küp şeklinde olup, üstü taştan kare piramidal bir kubbe ile örtülüdür. 500 küsür seneden beri şehrin en önemli bir kısmının suyunu tek bu su olmasına rağmen bol bol temin etmektedir. Yalnız bu musluğun bulunduğu cephenin kenarları taş oluk ve çubuklarla, ortası da tezyin edilmiş olup kemerin altındaki dört köşe küçük bir taş üzerinde şu yazıt vardır: Sahib-ül hayrat ve hâsenat Dergâh-ı ali kapıcıbaşılarından ve Edirne eşraf hanedanından Esbak Filibe Nazırı merhum Hüseyin Naili ağa ruhu için El Fatihâ 1262.” Bu kitabeden de anlaşılacağı gibi Hüseyin Naili ağa bu çeşmeyi 1846 yılında onarmıştır. Mahmut Baba Çeşmesi (Uzunköprü) Uzunköprü’de Gazi Mahmut ve Park Çeşmesi ile de anılan bu çeşme Uzunköprü’nün yakınında idi. Sultan II.Murad tarafından 1443 yılında yaptırılmıştır. Çeşmenin suyu Malkoç su kaynaklarından toprak künklerle getirilmiştir. Bu çeşmenin özelliği aynı zamanda Uzunköprü’nün tarih köşkü işlevini üstlenmiş oluşudur. Çeşme üzerinde Sultan II.Murad tarafından 1443’te yapıldığı, sağ köşesinde ise köprünün 174 kemeri olduğunu belirten mermer bir kitabesi vardır. Mahmut Baba Çeşmesi 1965 yılında caddenin genişletilmesi sırasında bulunduğu yerden 5 m. doğuya taşınması için yerinden sökülmüş ve yalnızca ön cephesi eski haline uygun olarak yapılmıştır. Günümüzde çeşmenin suyu şehir şebekesinden sağlanmaktadır. Hasodalı Mehmet Ağa Çeşmesi (Uzunköprü) Şehsuvar Bey Çeşmesi de denilen Hasodalı Mehmet Ağa Çeşmesi, Şehsuvar Bey Camisi’nin doğusundaki avlu duvarına bitişiktir. Hasodalı Mehmet Ağa 1680 yılında Albaba yöresindeki bir su kaynağından su getirerek bu çeşmeyi yaptırmıştır. Ancak bu çeşme de yıkılmış ve yerine orijinalinden uzak bir yenisi yapılmıştır. Halise Hatun Çeşmesi (Uzunköprü) Halise Hatun Camisi haziresinin karşısında bulunan bu çeşmeyi Eyne (İnece) Kethüdalığını yapmış olan Uzunköprülü Hacı İbrahim Ağa eşi Halise Hatun adına 1705 yılında yaptırmıştır. Kesme taştan olan bu çeşmenin suyu Yaymeşe Bağlarından getirilmiştir. Sivri kemerli, dikdörtgen görünümlü çeşmenin sivri kemeri üzerinde talik yazı ile kitabesi yazılıdır. Kitabe: Kethüdâ mir-i Mükerrem Hacı İbrahim ağa Ruhu pâki Mustafa verdi su içsun içen Has-ü âm içti iş bu pâk ab çeşmeden Şâd ola subh-ü mesa ruhu Hüseyin ile Hasan Gel bu pâk-i Şenli dedi tarihin Geçmiş canân iç o Kevser âbı dünyada sen 1117 (1705). Habip Hoca Meydan Çeşmesi (Uzunköprü) Uzunköprü Habip Hoca Mahallesi Meydanı’nda bulunan bu çeşmeyi 1709 yılında Hacı İbrahim Ağa yaptırmıştır. Mimari yönden bir özelliği olmayan bu çeşmenin suyu Yaymeşe Bağlarından getirilmiştir. Çeşme üzerinde mermer üzerine yazılmış kitabesi bulunmaktadır. Kitabe: Sahib ül-Hayrat Hacı İbrahim ağa Eyne begi teberrükât varur Dest-gir ola dünyada hüdâ Vire cenette mansıb vecâ Çünkü bu çeşme ecri etti Ecrini eyle kevserden ilâh Dedi tamamına tarih-i dil Oldu bu çeşme hub Allâh 1121 (1709). |
Telli Çeşme (Uzunköprü)
Uzunköprü Çarşısı’nın ortasında Telli Çeşme meydanı’nda bulunan bu çeşme 1800 yılında yaptırılmıştır. Çeşmenin üzerindeki bezeme XVIII.yüzyıl özellikleri taşımaktadır. Burada kıvrık dallar, Rumiler, servi motifleri taş üzerine işlenmiştir. Uzunköprü’nün 1920-1922 yıllarındaki Yunan işgali sırasında çeşmenin üzerindeki kitabe ve bezemeler kazınmıştır. Bugün ancak izleri görülebilmektedir. Bu çeşme 1960 yılında bugünkü yerine taşınmıştır. Özgürlük Çeşmesi (Uzunköprü) Uzunköprü’nün anıt çeşmesi olarak nitelenen bu çeşmeye Hürriyet Çeşmesi (Özgürlük Çeşmesi) ismi de verilmiştir. Çeşme Uzunköprü Meşrutiyet Anayasası’nın 1908’de yürürlüğe girmesi nedeniyle yapılmıştır. Anıtın yapılmasında Kaymakam Mahzar Müfit (Kansu) ve Belediye Başkanı Hafız İsmail (Yayalar)’in büyük payı olmuştur. Bu çeşme Uzunköprü’nün yolunun genişletilmesi sırasında yerinden sökülmüş ve bugünkü yerine taşınmıştır. Bu arada çeşmenin orijinal kitabeleri yok olmuştur. Bugünkü hali ile çeşme, mermer dörtköşe bir kaide üzerinde yuvarlak kemerlerle birbirine bağlanmış dört sütunun taşıdığı küp şeklinde bir bölümden meydana gelmiştir. Kaidesi üzerine yeni bir kitabe konulmuştur. Çeşme ve anıt mimari yönden bir özellik taşımamakla beraber kentin simgesi konumundadır. Oniki Çeşme (Uzunköprü) Uzunköprü Kaymakamı Süleyman Bey ile belediye Başkanı Hafız İsmail Efendi’nin girişimleri ile Habip Hoca Camisi avlusunda 1917 yılında yapılmış ve Kirazlıdere’sinden de suyu getirilmiştir. Çeşme Klasik Türk mimarisi üslubunda, kesme taştan yapılmıştır. Yuvarlak kemeri içerisinde ayna taşı ve altında da yalağı bulunmaktadır. Rıza Efendi Cami Çeşmesi (Uzunköprü) Uzunköprü Rıza Efendi Mahallesinde eski Rıza Rıza Camisinin giriş kapısı yanında bulunan bu çeşmeyi Hacı İbrahim Ağa 1722 yılında yaptırmıştır. Çeşmenin suyu Sultan II.Murat’ın şehre getirdiği su şebekesinden sağlanmıştır. Çeşme üzerinde küçük bir kitabe bulunuyordu: “Sahib ül-Hayrat Hacı İbrahim Ağa, sene 1137 (1734)”. Rıza Efendi Çeşmesi cami ile beraber yıktırılmıştır. Bugün yerinde yeni Rıza Camisi bulunmaktadır. |
Edirne Saray ve Kasırları
Saray-ı Atik (Eski Saray) (Merkez) Edirne’de ilk sarayı Edirne’nin fethinden dört yıl sonra Sultan I.Murat bugün Kaleiçi’nde Sarıbayır veya Muradiye Bayırı denilen yerde veya onun hemen yakınında 1362’de yapımına başlanmış 1365’te de tamamlanmıştır. Bununla beraber sarayın yeri kesinlik kazanamamıştır. Fatih Sultan Mehmet bu sarayda doğmuştur. Saray-ı Atik Yıldırım Beyazıt, Sultan II. Murat ve Çelebi Sultan Mehmet zamanında da kullanılmıştır. Evliya Çelebi bu sarayı görmüş ve Musa Çelebi tarafından da etrafının duvarla çevrildiğini belirtmiştir: “Evvelâ Selim Han Camii yakınında Kavak meydanı denilen yerde (Eski Saray) Edirne fatihi Gazi Murad Hüdavendigârın fetheder etmez bina eylediği saraydır. Eski Edirne kralları Manyas kapısı yakınında otururlarmış… Sonra bu Eski Sarayı Mûsa Çelebi genişletip kale gibi burç ve barusunu bir büyük duvar gibi bina ettirdi. Etrafı beşbin adım kaplar. Dört köşeden uzunca bir mihmansaray-ı sultanıdır. Duvarlarının yüksekliği iyrmi zira’ olup kuzeye açılır bir adet demir kapısı vardır. Sonra Süleyman Han Engerus (Macar) seferlerine rağbet etmekle bu sarayı ve yeniçeri odalarını imâr edip kırkbin yeniçeriyi hazır bulundurarak altı bin gılmanı hassayı bu sarayda oturtmak üzere eski sarayı divanhane-i âliler ve has oda, büyük, küçük hazine, kiler, doğancılar, seferiler, odalarıyla mâmur etti. Ama bağ ve bahçesi yoktur. Lakin suyu ve havası yeri yüksek olmakla lâtif ve mutedildir. Yapıldığı tarih 767 senesidir. Eski bina olmakla yetişen gılmanı hassa ve diğer Enderun ve Birun hademeleri elbette berhudar ve mâmur olup, iki cihan saadetine nâil olurlar. Süleyman han kanunu üzere bu eski sarayda üç bin has gulam ibâdetle meşgul olup, okuyup bilgileri tamamlayarak üç senede İstanbul2a gelip derecelerine göre yeni saraya girip padişah hizmetinde olurlar. İşte Edirne eski sarayı böyle bir nazargâhı sâlâtindir”. Kanuni Sultan Süleyman sarayı onarmış, genişletmiş ve acemi oğlanlara tahsis etmiştir. İlk saraydan günümüze hiçbir kalıntı gelememiştir. Ancak Selimiye Camisi’nin üst tarafında bulunan ve saray hamamı denilen çifte hamamın bu saraya ait olduğu sanılmaktadır. Saray-ı Cedid-i Amire (Yeni Saray) (Merkez) Edirne Sarayiçi’nde bulunan Edirne Sarayını Sultan II.Murat 1450 yılında yaptırmaya başlamış, Sultan Murad’ın ölümünden sonra çalışmalar bir süre durmuş, Fatih Sultan Mehmet döneminde Mimar Şehabeddin tarafından sarayın yapımına devam edilmiştir. Saray-ı Cedid-i Amire; Tunca Sarayı, Hünkâr Bahçesi Sarayı veya Edirne Sarayı Hümayunu gibi isimlerle de tanınmıştır. Başlangıçta yalnızca bir kasır niteliğinde olan bu saray Fatih Sultan Mehmet zamanında genişletilmiş ve Saray-ı Cedid-i Amire ismini almıştır. Osmanlı sarayları arasında Topkapı Sarayı’ndan sonra yapılan en büyük saray olan bu saraya Fatih Sultan Mehmet’in yaptırdıkları ile beraber Bab-ı Hümayun, Alay Meydanı, Babussaade, Arz Odası, Cihannüma Kasrı, Kum Kasrı, Harem ve Enderun gibi bölümler eklenmiştir. Edirne Sarayı beş büyük meydandan oluşmuştur. Bunlar Alay Meydanı, Kum Meydanı, Divan Meydanı, Enderun Meydanı ve Valide Taşlığı Meydanı’dır. Bunlardan Alay Meydanı sarayın en büyük meydanıdır. Bu meydanda sarayda çalışanların aylıkları dağıtılmış ve merasimler yapılmıştır. Bu yüzden de buraya Kese Meydanı ismi verilmiştir. Meydanın batısında Bab-ı Hümayun yer almakta idi. Bab-ı Hümayun’un her iki tarafında bulunan kapılardan sol taraftaki devlet büyüklerine, sağ taraftaki de halktan kişilere ait birer hapishaneye geçiliyordu. Burada Zülüflü Baltacılar Dairesi ile sarayın mescit ve hamamları bulunuyordu. Alay Meydanı’nın etrafı direkler üzerine oturtulmuş saçaklarla çevriliydi. Bunun güneyinde günümüze kalıntıları gelebilmiş olan Matbah-ı Amire vardı. Ayrıca buradaki mutfakların batısında büyük bir şadırvan, mescit, kiler, kiler yazıcıları dairesi ile ahçılar hamamı da bulunuyordu. Alay Meydanı’ndan Akağalar Kapısı ile çıkılmakta, buradan da Arz Odasına geçiliyordu. Sarayın Kum Meydanı’nda bulunan Arz Odasının duvarları Sultan IV.Mehmed zamanında çinilerle kaplanmıştır. Buraya Fatih Sultan Mehmet zamanında Cihannüma Kasrı ile Kum Kasrı yaptırılmıştır. Sarayın Divan Meydanı, Alay meydanı’nın kuzeyinde bulunuyordu. Divan kapısı’ndan veya dışarıdan, Baltacılar Kapısı’ndan girilen bu meydanda Darüssaadet Ağası, Başkapı Gulâmı ve Harem ağalarının daireleri yer alıyordu. Enderun Meydanı veya Çeşme Meydanı denilen meydanda Kuşhane Matbahı ile Hünkâr Camisi bulunuyordu. Ancak, kaynaklardan bu caminin minaresi olmadığını öğrenmekteyiz. Valide Sultan Taşlığı olarak anılan meydanın çevresi bir veya iki katlı yapılarla çevrilmişti. Bunlar birbirlerine merdivenli dehlizler, küçük kapılar ve dar yollarla bağlanmıştı. Buradaki her daire kendi başına ayrı bir plan düzeni içerisinde idi. Ayrıca burada Kadın Efendiler, Şehzadeler, Sultan IV.Mehmet, Sultan II.Ahmet, Hasekiler daireleri, Sultan Süleyman Sofası, yatak hamamı, Valide Sultan Dairesi, Hastalar Koğuşu gibi yapılar da yer alıyordu. Kanuni Sultan Süleyman buradaki taşlığın ortasına büyük bir havuz yaptırmışsa da bu havuz daha sonra Sultan IV.Mehmet döneminde ortadan kaldırılmıştır. Edirne Sarayı İstanbul’da daha sonra yapılmış olan sarayların plan ve düzen bakımından bir benzeridir. Ancak bu saray İstanbul’dakilere göre daha geniş bir alana yayılmıştır. Kanuni Sultan Süleyman’ın Hadika-ı Hassa denilen saray bahçesi arazisini Tunca Nehri’nde yaptırılan bir köprü ile bağlamıştır. Aynı dönemde Terazi kasrı ile Adalet Kasrı da burada yapılmıştır. Sarayın 119 odası, 21 divanhanesi, 22 hamamı, 13 mescidi, 16 büyük kapısı, 13 koğuşu, 4 kileri, 5 matbahı ve 14 kasrı bulunuyordu. Ayrıca Kanuni Sultan Süleyman 1538-1539’da buraya son derece görkemli bir divanhane eklemiştir. Sultan II.Selim de Hasbahçe’nin kuzeyine Mamuk (Mumuk) ismi verilen bir de kasır eklemiştir. Buradaki Alay Köşkünde de bayram törenlerinin yapılması gelenekselleşmiştir. Sultan III.Ahmet bu sarayın harem dairesine 5 oda ve bir de hazineden ibaret yeni bir bölüm eklemiştir. Sultan II.Mustafa daha önce babası IV.Mehmet’in yaptırdığı özel bölümü onarmış, genişletmiş, bir de havuzlu divanhane eklemiştir. Saray-ı Cedid-i Amire’nin bu bölümlerinden ayrı olarak Edirne'de saraya ait çeşitli kasırlar bulunuyordu. Bunların başında Şikâr Kasrı, Aynalı Kasır, Bostancıbaşı Kasrı, Terazi Kasrı, Adalet kasrı, İftar Köşkü, Bülbül Kasrı, Değirmen Kasrı, Bayırbahçe Kasrı, İmadiye Kasrı, Köşkkapı Kasrı, İğdiye Kasrı, Demirtaş Kasrı, Akpınar Kasrı, Üsküdar Kasrı ve Mehterhane-i Amire bulunuyordu. Bu kasırlardan Adalet Kasrı Fatih Köprüsü’nün yanında kule biçimli üç katlı bir kasır iken, günümüze yalnızca alt kısmı gelebilmiştir. Kasrın üst katı padişah ve saray ileri gelenlerine mahsus olup, son derece güzel bezenmiştir. Üzeri yüksek bir kubbe ile örtülü idi. Kanuni Sultan Süleyman’ın Mimar Sinan’a 1561’de yaptırdığı bu kasırda Padişaha halk isteklerini dilekçe ile sunuyordu. Bunun dışında kalan kasırlardan günümüze herhangi bir iz gelememiştir. Terazi Kasrı Kanuni Sultan Süleyman tarafından Edirne’ye getirilen suların Saray içerisine dağıtıldığı bir bölüm idi. Duvarları yontma taştan olan iki büyük kule şeklinde idi. Bu kulelerden biri Kanuni Sultan Süleyman Köprüsü’nün Sarayiçi’ne girişinde, diğeri de Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’nün Sarayiçi’ne girilen kısmında idi. Kasrın 2,5 m. yüksekliğindeki tuğla ve horasanlı duvarları içerisinden mermer merdivenlerle kulenin üzerinde sultanlara mahsus son derece güzel bezemeli bölüme çıkılıyordu. Buradaki odanın etrafı sedirlerle çevrili olup, ortasında da bir havuz vardı. Adalet kasrının 15 m. doğusunda Tunca sahiline bakan yerde İftar Köşkü bulunuyordu. Bu köşk geniş pencereleri ile Sarayiçi’ne bakıyordu. Edirne Sarayı’nın en önemli bölümlerinden birisi de Cihannüma Kasrı’dır. Bu kasrın pek az bir bölümü günümüze gelebilmiştir. Çeşitli dönemlere ait gravür ve fotoğraflardan bu kasır hakkında bilgi edinilmektedir. Kasrın divanhanesi sedef, bağ ve fil dişi ile süslü ceviz bir padişah tahtı bulunuyordu. Sekiz köşeli bir planı olan Cihannüma Kasrı, kesme taştan yapılmıştır. Tavanı altın yaldızlı çıtalarla bölünmüş ve araları da kalem işleri ile süslenmiştir. Cihannüma’nın etrafında yaklaşık 3 m. genişliğinde, 6 köşeli üstü örtülü bir de galerisi bulunuyordu. Kasrın altında da Müseddes Oda denilen sekiz köşeli bir yer bulunuyordu. Bu odanın da üzeri, tavanı ve kapıları bezeli olup, içerisinde gömme dolaplar bulunuyordu. Edirne Sarayı’ndaki cephaneliğin patlaması ile birlikte büyük bir kısmı tahrip olmuş, ayakta kalan bölümleri de zamanla yağmalanmıştır. Cihannüma Kasrı’nın yalnızca zemin katı ve kule kalıntıları günümüze gelebilmiştir. Sultan III.Ahmet zamanında (1703-1730) saray ihmal edilmiş, 1752 ve 1753 depremlerinde büyük ölçüde tahrip olmuştur. Rıfat Osman Bey’den öğrenildiğine göre; 1787, 1802-1803, 1807, 1811, 1827-1828 yıllarında sarayın onarılması için bazı keşifler yapılmış ancak, sarayda önemli bir onarım yapılmamış, daha önce harap olmuş bölümler ile daireler yıktırılmıştır. Sarayın 1805-1806 yıllarından itibaren bazı bölümlerine askeri malzemeler yerleştirilmiş ve burası bir cephaneliğe dönüşmüştür. Edirne’yi 1829’da işgal eden Ruslar ordugâhlarını bu sarayın bahçesinde kurmuşlar bu arada sarayın harap olmuş bölümlerini, etrafındaki ağaçları keserek yakmışlardır. Ruslar Edirne’yi terk ederken de saray eşyaları ile duvarlarındaki çinileri söküp Rusya’ya ***ürmüşlerdir. Sultan Abdülaziz’in Avrupa seyahati dönüşünde Edirne’den geçeceğini öğrenen Vali Hurşit Paşa 1867’de sarayın ayakta kalmış bazı bölümlerini onarmaya başlamış ancak padişahın buradan geçmeyeceği öğrenilince de çalışmalar ağırlaştırılmıştır. Vali İzzet Paşa’nın zamanına kadar (1873) ufak çapta tamirler yapılmışsa da sarayın bütününe dokunulmamıştır. Osmanlı-Rus 1878 Savaşında burası Osmanlı ordusunun cephaneliğine dönüştürülmüş, Rusların Edirne’ye gireceği kesinleşince de Edirne Valisi Namık Paşazade Cemil Paşa veya Müşir Ahmet Eyüp Paşa’nın verdiği emirle, cephaneliğin Rusların eline geçmemesi için 18 Ocak 1878 günü saray ateşe verilmiştir. Sarayın yangını üç gün sürmüş, Edirne Rus işgalinden kurtarıldıktan sonra sarayın yanmayan bölümlerindeki değerli parçalar, arta kalan çiniler Vali Rauf Paşa tarafından bazı yabancı devletlerin temsilcilerine bağışlanmıştır. Bu konuda saraydan 27 sandık eşyanın ***ürüldüğü söylenmektedir. Hacı İzzet Paşa 1894’te yeniden Edirne Valisi olduktan sonra sarayı ihya etmek istemişse de bunu gerçekleştirememiştir. Ardından gelen valiler Edirne’nin yeniden yapılanmasında, özellikle kışla ve kamu binalarının inşası için gerekli malzemeleri sarayın kalıntılarından sağlamışlardır. Bu nedenle de saray kısa sürede ortadan kalkmıştır. Edirne Sarayı’nın yeniden ortaya çıkarılması için Trakya Üniversitesi 1995 yılında çalışmalara başlamış, bunun için de öncelikle bir Edirne Sarayı Sempozyumu düzenlenmiştir. Bundan sonra Mimar Sinan Üniversitesi Türk İslâm Sanatları Ana Bilim Dalı Başkanı Prof.Dr.Gönül Çantay burada kazı çalışmalarına başlamış ve sarayın temelleri, ayakta kalabilmiş duvarları ortaya çıkarılmıştır. Günümüzde Trakya Üniversitesi ve Edirne Müzesi kazılarını sürdürmektedir. Kazılar sırasında saray mutfağının çinileri, keramik kap kacakları bulunmuştur. Prof.Dr.Gönül Cantay’a göre saray mutfağı on bini aşan kişiye hizmet vermekteydi. |
Edirne Kilise ve Sinagogları
Büyük Sinagog (Merkez) Sultan I.Murad Edirne’yi fethettikten sonra Yahudilerden Romaniot Cemaati’ni Edirne’ye yerleşmeleri için davet eder. Bu dönemde Edirne Hahambaşılığı tarafından kurulan Yeşiva Doğu Avrupa Yahudileri için dinsel bir ilim merkezi haline gelmiştir. Bundan sonra İspanya başta olmak üzere 1492’de Orta Çağ Hıristiyan bağnazlığından kaçarak Osmanlı’ya sığınan Seferad Yahudileri ve diğer Yahudi cemaatleri Edirne’ye gelerek kendi mahallelerini kurmuşlardır. Her cemaat kendi sinagoglarını kurmuş ve XX.yüzyılın başlarında Edirne’deki sinagog sayısı 13’e ulaşmıştır. Ancak, Edirne’de Harik-i Kebir (Büyük Yangın) diye isimlendirilen yangın şehirde 1514 evi yakarken, sinagogları da tahrip etmiştir. Bu yangınla birlikte 20.000’e yakın Yahudi sinagogsuz kalmış, bunun için de yeni bir sinagogun yapılması kaçınılmaz olmuştur. Yeni bir sinagog yapılması için Rusya, Almanya, Macaristan başta olmak üzere Avrupa’nın çeşitli yerlerinden toplanan paralarla 6 Ocak 1906’da Osmanlı Hükümetinin izni ile Kaleiçi’nde Dilaver Bey Mahallesi’nde yeni sinagogun yapımına başlanmıştır. Bu sinagog Viyana sinagogu örnek alınarak Fransız mimarı France Depre tarafından yapılmış, 1907 yılında da ibadete açılmıştır. Sinagog üç ana binadan meydana gelmiştir. Bunlar Büyük Sinagog, Küçük İbadethane ve Okul binasıdır. Ancak Hahambaşılık olarak düşünülen yapı maddi olanaksızlıktan ötürü tamamlanamamıştır. Büyük Sinagog dikdörtgen planlı olup, tuğladan yığma olarak inşa edilmiştir. Üzeri büyük bir kubbe ile örtülmüş, iki yanına da iki kule eklenmiştir. Ana giriş üç kapılı olup ayrıca iki yandaki kulelere de çıkış merdivenleri bulunmaktadır. İç mekanda mihrabın bulunduğu duvarın uç kısmına Ehal (el yazması Tevrat kopyalarının saklandığı dolap) yerleştirilmiştir. Bunun önünde, sağ ve sol yanlarda da cemaatin saygın iki kişisinin oturacağı koltuklar, bunların önünde de Teva (sinagoglarda duaların okunduğu platform) bulunmaktadır. Ayrıca salonda dua edenlerin ve âyine katılacakların oturacakları koltuklar yerleştirilmiştir. Bu sinagogun en büyük özelliği de mükemmel akustiğidir. Tavan bezemelerinde, balkonda çiçek motifleri, gökyüzünü betimleyen yıldız figürleri, On Emir’den yola çıkarak yerleştirilen figürlere yer verilmiştir. Yahudi cemaati 1925 yılında Lozan Antlaşması’nın tanıdığı hak ve imtiyazlardan vazgeçtiklerini beyan etmişlerdir. Ardından da Yahudiler kendilerine yönelik baskılar olduğunu ileri sürmüş ve İstanbul’a göç etmişlerdir. Edirne’de 1940’lı yıllara kadar görevde olan son Hahambaşı Moşe Behmuaras’ın ölümünden sonra ve İsrail Devleti’nin kurulmasından sonra şehirdeki Yahudi cemaati azalmıştır. Bundan sonra Edirne’de kalan 100-150 kişilik Yahudi cemaati 1983 yılına kadar sinagogu kullanmıştır. Edirne’deki Yahudi cemaatinin İstanbul ve İsrail’e göç etmesi ile cemaatsiz kalan sinagog 1995 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne geçmiştir. 1997’de yoğun kar yağışı nedeni ile sinagogun çatısında biriken kar, üst örtünün çökmesine neden olmuştur. Bundan sonra Trakya Üniversitesi sinagogun onarımını üstlenerek kültürel amaçlı kullanacağını Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne bildirmiştir. Trakya Üniversitesi Rektörü Prof.Dr.Osman İnci kendilerine tahsis edilen bu yapıyı korumaya yönelik çalışmalarda bulunmuştur. Ayrıca Mimarlık ve Mühendislik Fakültesi Öğretim Üyeleri restorasyon planlarını hazırlamıştır. Onarım için yapılan keşif bedeli 10.000.000.000 TL. bulmuş, Trakya Üniversitesi Türkiye’deki Musevi cemaati ile görüşmüş ve bu konuda katkılarını istemiştir. Bu konuda İstanbul Atatürk Kültür Merkezi’nde yapılan Seferadi Müzik Topluluğu’nun verdiği konser bu parayı karşılayamamış ve Yahudi cemaatinden de gerekli katkı sağlanamamıştır. Bunun üzerine Trakya Üniversitesi binayı tekrar Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne bırakmak zorunda kalmıştır. Günümüzde Edirne’deki Yahudi kültürünü yansıtan Büyük Sinagog kendi haline terk edilmiş konumdadır. Ayasofya Kilisesi (Merkez) Edirne’de Ayasofya Kilisesinin olduğu tartışmalıdır. Ancak Edirne’nin Kaleiçi semtinde Ayasofya olarak tanınan ve Osmanlılar tarafından şehrin fethedildiği yıllarda cami olarak kullanılan Ayasofya simli bir kilisenin olduğu bilinmektedir. Bu yapı Sultan I.Murad zamanında camiye çevrilmiş ve ilk Cuma namazı da fetihten sonra burada kılınmıştır. Sultan II. Murada zamanında (1421-1451) bu kilisenin yanına bir medrese eklenmiş, Sıraceddin Mehmed bin Ömeri Halebi buraya müderris yapılmıştır. Bundan sonra da Ayasofya Kilisesi Halebi Camisi olarak tanınmıştır. Badi Efendi’den öğrenildiğine göre kilisenin dört kemerin taşıdığı merkezi bir kubbesi varmış. Minaresi ise ahşaptanmış. Ayasofya, 1752 yılında depremden harap olmuştur. XIX. yüzyılın sonlarında harap durumda olan bu yapının malzemesinden yararlanılmak için kalan taşları sökülmüştür. Edirne Tarihi yazarı Osman Nuri Peremeci bu yapının yeri olarak Semerciler Caddesinde, 25 Kasım Stadyumuna giden yolun solundaki geniş alanı göstermektedir. Günümüze bu yapıdan yalnızca bir fotoğraf gelebilmiştir. Bu fotoğraf Bulgar Arkeoloji Enstitüsü’ndedir. Fotoğrafa dayanılarak yapının serbest Yunan haçı plan düzeninde olduğu, ortadaki dörtgen bölümün üzerini de14 m. çapında merkezi bir kubbe örttüğü sanılmaktadır. Bu kubbenin Geç Bizans Devri özelliklerini yansıttığı konusunda Bizans Sanatı uzmanları aynı görüşte birleşmişlerdir. Haçın kollarının da fotoğrafa dayanılarak 8.50x15.20 m ölçüsünde olduğu sanılmaktadır. Tiris iya Hares Kilisesi (Merkez) Edirne Yıldırım Bayezıd Camisi’nin bulunduğu yerde, Tiris iya Hares Kilisesinin bulunduğunu bazı kaynaklar belirtmiştir. Ancak bu iddia kesinlik kazanamamıştır. Rıfat Osman da Edirne Rehnüması isimli eserinde Yıldırım Camisi’nin bulunduğu yerde bir kilise olduğunu ileri sürmüştür. Cornelius Gurlitt’de İtalya Ravenna’daki Galia Placidia ile benzerlik kurmuş, 440 yıllarında yapılmış olabileceğini sözlerine eklemiştir. Yıldırım Beyazıt Camisi yapılırken bu kiliseden hiçbir kalıntı ve iz kalmamıştır. |
Tiris iya Hares Kilisesi (Merkez)
Edirne Yıldırım Bayezıd Camisi’nin bulunduğu yerde, Tiris iya Hares Kilisesinin bulunduğunu bazı kaynaklar belirtmiştir. Ancak bu iddia kesinlik kazanamamıştır. Rıfat Osman da Edirne Rehnüması isimli eserinde Yıldırım Camisi’nin bulunduğu yerde bir kilise olduğunu ileri sürmüştür. Cornelius Gurlitt’de İtalya Ravenna’daki Galia Placidia ile benzerlik kurmuş, 440 yıllarında yapılmış olabileceğini sözlerine eklemiştir. Yıldırım Beyazıt Camisi yapılırken bu kiliseden hiçbir kalıntı ve iz kalmamıştır. Sinaitikon Kilisesi (Merkez) Edirne’deki bu kilise konusundaki bilgiler oldukça yetersizdir. Prof. Dr. Semavi Eyice yakın zamanlara kadar Edirne’de küçük bir kilise olduğunu söylerse de yeri konusunda tam bir bilgi verememektedir. Sina Manastırı ile ilgili olduğu sanılan kilisenin 7.70 m. uzunluğunda, 3 m. çapında bir kubbe ile örtülü olduğu C.Gurlitt’in çizdiği bir krokiden anlaşılmaktadır. İtalyan Kilisesi (Merkez) Edirne, Kaleiçi semtinde XIX. yüzyılın ortalarından kalmıştır. Edirne’de, özellikle Karaağaç’ta diğer yabancı devletler gibi İtalyan kolonisi de yaşıyor, diğerleri gibi İtalyanların da konsolosluğu bulunuyordu. Bu kilise dikdörtgen planlı olup moloz taş ve tuğladan bazilika planlı olarak yapılmıştır. Üç nefli olan bazilikanın üzeri ahşap bir çatı ile örtülüdür. İki katlı, bahçe içerisindeki kilisenin müştemilat binasının dört cephesinde de dikdörtgen söveli pencereleri bulunmaktadır. Bu bina Edirne Valiliği tarafından onarılmıştır. Giriş kapısı mermerden yuvarlak kemerli olup üzerinde Latince yazılı bir kitabesi bulunmaktadır. Kilise bugün harap bir durumdadır. |
Ayasofya (Enez)
Enez Ayasofyası’nın yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Bununla beraber mimari üslubu Orta Bizans Döneminde, XII.yüzyılda yapıldığını göstermektedir.Günümüze oldukça harap bir durumda gelen bu yapı ile sanat tarihçiler ilgilenmiş ve bir çok yayında, bilimsel araştırmada yer almıştır. Orta Bizans Dönemi, yapı üslubunu gösteren Ayasofya kapalı Yunan haçı planında yapılmıştır. Zengin taş ve tuğla işçiliği ve freskleri ile de Bizans’ın önemli eserleri arasında yer almaktadır. Palaiologoslar Döneminde (1261-1453) batı yönü paye ve sütunlarla bölünmüş, ayrıca buraya kemerli bir de dış narteks eklenmiştir. Osmanlı döneminde bu narteks de bazı değişiklikler yapılmış ve sol tarafındaki bir bölüm odaya dönüştürülmüştür. Ayrıca bu dönemde yapının kuzeyine bir kapı açılmış, güneyine de mihrap ile minber yerleştirilmiştir. Kilisenin ibadet mekanı olan naos, yüksek kasnaklı bir kubbe ile örtülmüştür. Bu kubbe belirlenemeyen bir tarihte yıkılmış, cami olarak kullanıldığı dönemde de üzeri kiremitli ahşap bir çatı ile kapatılmıştır.Yunan haçının kollarının ortasındaki kubbe dışında kalan bölümlerin üzerinin tonozla örtülü olduğu sanılmaktadır. Yapının dış cephesindeki tuğla bezemeler Palaiologoslar Dönemi (Son Bizans Dönemi) Bizans mimarisinin tüm özelliklerini yansıtmaktadır. Bizans döneminde freskler, mermer frizler ve mozaik döşemelerle kaplı olduğu sanılan kilise Osmanlılar zamanında kalem işleri ve kubbe eteğini çepeçevre kuşatan bir ayet ile bezenmiştir. XX. yüzyılın başında burada yapılan araştırmalarda ele geçen bir yazıttan Bizans döneminde ayrıca Khrysospege (Altın Kaynak) ismiyle de tanındığı öğrenilmiştir. l971-1972 yıllarında burada yapılan kazı ve araştırmalar da büyük bir bölümü toprak dolgusunun altında kalan yapının üzeri temizlenmiştir. Döşemesinin kalker ve taş levhalarla kaplı olduğu, ayakta kalabilen kuzey-doğu duvarlarında yer yer freskler olduğu izlerden anlaşılmıştır. Ayrıca tuğlaların aralarına çeşitli desenler oluşturacak biçimde yerleştirilmiş örgü tekniğinde ilginç bir duvar örgüsü de dikkati çekmiştir. Fatih Sultan Mehmet döneminde Enez, Has Yunus Bey tarafından 1456’da fethedilmiştir. Bu nedenle Enez Kilisesi camiye çevrilmiş ve Fatih Camisi olarak da tanınmıştır. Osmanlılar tarafından camiye çevrilen yapı l962 yılına kadar cami olarak kullanılmıştır. l980’li yıllarda yapı bakımsızlıktan çökmüştür. Ancak Başbakanlık Arşivindeki bir belgeden l710’da tamir edildiği öğrenilmektedir. XVIII. Yüzyılın başlarında harap olduğu bir arşiv belgesinden öğrenilmiş ve o tarihten sonra yeterince ilgilenilmemiştir. Caminin minaresi Balkan Savaşı sırasında yıkılmıştır. Enez Kiliseleri (Enez) Enez’de bir tarla içerisinde üç duvarı yıkılmış olmasına rağmen doğu duvarı oldukça iyi durumda bir kilise kalıntısına rastlanmıştır. Kaba bir taş işçiliği göstermekte olan bu kilisenin da kapalı yunan haçı planında olduğu kalıntılardan anlaşılmaktadır. Enez Kalesi’nin kuzey kısmındaki bir başka kilisenin kalıntıları define arayıcıları tarafından yok edilmiştir.Ayasofya’nın giriş kapısı önünde tek nefli kaba işçilikle yapılmış bir kilise kalıntısına daha rastlanmıştır. Sweti George Bulgar Kilisesi (Merkez) Edirne'nin Kıyık semtinde bulunan Sweti George Bulgar Kilisesi 1880 yılında yapılmış, iç dekorasyonu da 1889’da tamamlanmıştır. Bu kilisenin bulunduğu yerde daha eski tarihlere ait bir kilisenin bulunduğu, eski kiliseden kalma tablolardan anlaşılmaktadır. Kesme taş ve tuğladan yapılan kilisenin zemini mermerle kaplıdır. İç bezemesi oldukça zengin olup, ikonaları ile tanınmıştır. Yahudi Havrası (Merkez) Edirne'nin Kaleiçi mevkiinde bulunan Havra 1902-1903 yıllarında taş ve tuğladan inşa edilmiştir. Günümüzde harap durumdadır. |
Edirne Kale ve Surları
Edirne Kalesi ve Surları (Merkez) Edirne Kaleiçi’nde bulunan Edirne Kalesi’ni Roma İmparatoru Hadrianus (117-138) yaptırmıştır. Bizans İmparatoru I.Iustinianus (527-565) döneminde onarılmış ve bir çok kısmı yeniden yapılmıştır. XIX.yüzyıla kadar çeşitli onarımlar geçiren bu kale 360.000 m2.lik geniş bir alanı kaplıyordu. Kale blok taşlardan oluşmuş dikdörtgen planlı idi. Kalenin her köşesine silindirik, kesme taştan birer kule eklenmiştir. Bugün bu kulelerden bir tanesi ayakta olup, yakın tarihlere kadar saat kulesi olarak kullanılmıştır. Kulelerden diğerleri Osmanlı döneminde hapishane olarak kullanılmıştır. Bu kuleler Kafes Kapı, Germe Kapı Kulesi ve Zindan Altı Kulesi isimleri ile tanınıyordu. Evliya Çelebi saat kulesi olarak kullanılan kuleden Makedon Kulesi olarak söz etmektedir. Ayrıca bu kulelerin arasında on ikişer burcun bulunduğu bilinmektedir. Kalenin 9 giriş kapısı olup, çevresi hendeklerle çevrili idi. Bu kapılara Kule Kapısı, Topkapısı, Yerli Kapı, Kapı Kapısı, Uğrun Kapı, Manyes Kapı, tavuk Kapı, İstanbul Kapısı, Orta Kapısı isimleri verilmişti. Bu plan tipi Roma ordugâhlarının (Castrum) plan düzenine uygun olduğu görülmektedir. Anadolu’ya 1553 yılında gelen Hans Dernschwam, buradaki burçların birisinde tuğladan oldukça iri harflerle yazılmış Grekçe bir yazıt olduğundan söz etmektedir. Aynı hususu Ahmet Badi Efendi de belirtmiş ve tercümesini de ismini taşıyan tarihinde yazmıştır: “Ya Rab! Nusret eyle, hâmi-i din muhibbi İsa olan imparator İoannis” bu kitabede ismi geçen imparatorun Paleologoslar döneminde Bizans imparatorlarından İoannes Paleiologos (1341-1391) veya İoannes VI. Kantakuzenos’a (1347-1354) ait olduğu sanılmaktadır. Bu kitabe 1886’da burcun üzerine önce ahşap, 1894’te de kâgir olarak yapılan saat kulesinin yapımı sırasında ortadan kaybolmuştur. Ahmet Badi Efendi’ye göre; kuzey kenardaki küçük burçlardan dördüncüsünün üzerinde de mermere yazılmış yine Grekçe bir kitabe daha bulunuyordu. Bu kitabe XIX.yüzyılın başlarında yerinden sökülerek Edirne’deki kilisede saklanmış, kilise yıkıldıktan sonra da Edirne Müzesi’ne ***ürülmüştür. Bu kitabede adı geçen imparator Mikhael Palaiologos’tur (1261-1282). Kitabe: “Romalılara gerçekten şan veren hükümdar Mikhael ki onun sayesinde Konstantinios şehri kurtarıldı. Barbarlara karşı onların hücumları karşısında hiç sarsılmayan kuleli suru yaptırdı”. Burçları birleştiren surlar üzerinde Biyennios ismi yazılı bir de monogram bulunuyordu. Bütün bu kitabeler Bizans döneminde Edirne Kalesi’nin ve surlarının onarıldığını ve önemsendiğini göstermektedir. Evliya Çelebi de bu surlar hakkında bilgi vermektedir: “Beş arşak genişliğindeki büyük şehrin tam ortasında Edrona adlı kral tarafından yaptırılmıştır. Şekli batıya doğru dört köşeden biraz daha uzunca, şeddadi kayadan, sanki Ferhat işidir. Kapı ve duvarı öyle sanatlıdır ki bir sıra tuğla bir sıra traşlanmış taşla yapılmış bir sağlam kaledir. Duvarın temeli 29 zirâdır. Etrafında küçük ve büyük 160 kaf dağına benzer sağlam burçları vardır. Bu kale dört köşe inşa ettirildiğinden her köşesinde birer sağlam ve yüksek kuleleri vardır”. Edirne Kalesi Osmanlı döneminde önemini yitirmiş ve 1866-1870 yıllarından itibaren Vali Hurşit Mehmet Paşa tarafından şehir içerisinde hastane, hükümet binası, kışla ve okul yapılması için taşlarından yararlanılmıştır. Bu nedenle de kale yıkılmıştır. Edirne Belediyesi 2005 yılında ayakta kalan burcun çevresindeki ahşap dükkanları yol açmak nedeni ile yıktırmış, bu yıkım çalışmaları sırasında kalenin blok taşlardan olan temelleri ortaya çıkarılmıştır. Edirne Müzesi’nin burada yaptığı kazı çalışmalarında oldukça büyük ölçüde birbiri üzerine oturtulmuş bloklardan oluşan kalenin 3-3,5 m. yüksekliğe kadar ulaşan burçlar arasındaki sur duvarları ile burç kaideleri ortaya çıkarılmıştır. Bu konudaki çalışmalar sürmektedir. Ayrıca Edirne Sultan Oteli’nin bahçesinde de bu kalenin surlarına ait kesme köfeki taşından bir sur duvarı 5-6 m. yüksekliğe kadar ayakta durmaktadır. |
Enez Kalesi (Enez)
Antik Çağda Akropol denilen yüksek bir tepe üzerindeki kalenin tarihçi Prokopios, Balkanlardan gelen barbar akınlarını önlemek amacıyla yapıldığını yazmıştır. Kalenin yapım tarihi kesin olmamakla birlikte, duvarlarındaki devşirme yapı malzemeleri Bizans öncesi yapıldığına işaret etmektedir. MS.VI.yüzyılda Iustinianus’un kaleyi onardığı kaynaklarda geçmektedir. Ana girişi kuzeyde olan kale, doğu-batı doğrultusunda uzanmakta, güneyinde sur duvarı ile birleşmektedir. Denize bakan tarafta iki tane çok köşeli kulesi vardır. Bunlardan sağdaki yıkıldığından günümüze ulaşamamıştır. Batıdan uzanan sur duvarı ise içeriye doğru bir eğim yaparak güneyden gelen duvarla birleşmektedir. Böylece kalenin bu bölümü yarım kubbe biçiminde olup, Meriç Nehri’nden gelecek tehlikelere karşı savunmayı güçlendirmektedir. Kuzey-doğu köşesindeki köşeli kule batı yönünde yine köşeli bir yarım kubbe ile çıkıntı yapmaktadır. XII.yüzyılda onarılan kalenin yapı malzemesini kesme taş, tuğla ve antik mimari parçalar meydana getirmiştir. Kaledeki antik mimari parçalar bugün Enez’in ev ve bahçelerinde görülmektedir. Kalenin içerisinde Enez’in simgesi özelliğini taşıyan Enez Ayasofyası, mozaik döşemeli küçük bir kilise ve bir de şapel olarak kullanılmış bir mağara vardır. Burada bulunan Pan ve dans eden su perilerini tasvir eden bir kabartma Edirne Müzesi’ne ***ürülmüştür. Kalenin anıtsal giriş kapısı yanındaki duvarda da beyaz mermerden bir Trak süvarisinin tasviri vardır. Ayrıca kale içerisindeki sivri Osmanlı kemeri de yapının Türkler tarafından kullanıldığına işaret etmektedir. Enez Kalesi'nin bulunduğu tepe, yerleşim alanının bir bakıma akropolüdür. Bu bölüm surlarla çevrilmiştir. Giriş kapısı şehre yönelik olup, yuvarlak kemerli oldukça görkemlidir. Kesme taş ve tuğladan yapılan sur duvarlarında yer yer moloz taşlar da kullanılmıştır. Surların giriş kapısının kenarında mermer üzerine Trak süvarilerini gösteren bir kabartma yerleştirilmiştir. Enez'de yapılmakta olan kazılarda şehrin dış noktalarında da sur duvarlarına ait izler ortaya çıkarılmıştır. Bu da gösteriyor ki Enez'in çevresi Bizans döneminde yapılmış surlarla kuşatılmıştır. Kalenin bulunduğu tepe iç kale özelliğini taşımaktadır |
Edirne Saat Kulesi
Edirne’nin merkezinde Roma imparatoru Hadrianus’un (117-138) yaptırdığı kalenin burcu üzerinde Vali Hacı İzzet Paşa 1886 yılında belediye gelirlerinden 400 Liraya burç üzerine ahşap bir saat kulesi yaptırmıştır. Burç üzerine de 1886 tarihli bir kitabe yerleştirmiştir: Muhyi-i Mülk-ü milel hazreti Sultan hamid Kim Huda kılmada zâtın nice hayre alet İşte bu hayrı da vali Hacı İzzet paşa verdi Tesise delaletle bu şehre ziyned yazdı İhmamına Hafız Güherî Bir tarih verdi bu şehre şeref Kulede elhâk saat 1330 (1886) İlk yapılışında ahşap olan bu kule 1894 yılında yıktırılmış, yerine taş ve tuğladan yeni bir kule yapılmıştır. Kule yukarıdan aşağıya doğru genişleyen bir yapı idi. 48 m. yüksekliğinde olan bu kule yangın kulesi olarak da kullanılmıştır. Kulenin ikinci ve üçüncü katlarında bir sofa ile oturulacak yerler bulunuyordu. Ancak bu kule de 1953 yılında depremden hasar görmüş, duvarları çatlamış ve yıktırılmıştır. Bu saat kulesi yuvarlak olup, üzeri küçük bir kubbe ile örtülü idi. Dört cephesinde de yuvarlak nişler içerisine saatler yerleştirilmiştir. Kulenin saati Fransa'dan getirilmiştir. Edirne Müzesi 2004 yılında Belediyenin saat kulesi çevresindeki ahşap dükkanları yıktırmasından sonra burada bir kazı çalışması yapmıştır. Roma burcunun altında ve etrafında bulunan Roma dönemine ait kalenin temelleri ile 3-4 m. yüksekliğe kadar olan kesme taştan blok halinde sur duvarları ortaya çıkarılmıştır |
Edirne Sivil Mimari Örnekleri
Edirne’de ilk yerleşim ve Edirne Evleri Edirne’deki antik evler, Yunan ve Roma mimarisinden belirgin biçimde ayrılmıştır. Yörede uzun süre egemenliklerini sürdüren Trakların göçebe bir toplum oluşlarının bunda büyük payı olmuştur. Trakya’nın büyük bir bölümüne yayılmış olan Traklar, korumalı kalelerinde ve açık arazilerde yaşamışlardır. Savaşçı bir topluluk olan Traklar dışarıdan gelecek saldırılardan pek etkilenmemişler, konutlarında yöredeki ormanlardan yararlanmışlar, ahşabın yanı sıra saz ve samanı kullanarak balçıkla da onları pekiştirmişlerdir. MÖ.VIII.yüzyılda Grek kolonizasyonu Ainos (Enez), Perinthos (Marmara Ereğlisi) gibi kendi kültürlerini yansıtan doğa koşullarını göz önünde bulunduran yerleşimlerinden Traklar etkilenmemişlerdir. Trakya ve Edirne’de Roma döneminde yerleşimler daha çok kale görünümündedir. Bunların içerisinde kendilerine özgü evlerden oluşan mahalleler kurmuşlarsa da onlar daha çok taşra evleri niteliğini taşımaktadırlar. Edirne’de, başlangıçta 360.000 m2’lik bir alana yayılan ilk yerleşim yerine Roma İmparatoru hadrianus (117-138) savunma amaçlı bir kale yaptırmıştır. Günümüzde bu kalenin doğusunda Saraçlar Caddesi, kuzeyinde Mumcular Sokak, batısında Darülhadis Caddesi, güneyinde de Tunca nehri bulunmaktadır. Edirne’nin fethinden sonra yerleşim kalenin dışına taşmaya başlamış ve ilk Türk mahallesi olarak Karanfiloğlu semti ortaya çıkmıştır. Sultan I.Murad Edirne’ye Ermenileri, Sultan II.Beyazıt da Yahudileri yerleştirmiştir. Özellikle Yahudiler burada dinsel ağırlıklı bir yerleşim kurmuş, sinagogları Osmanlı yapıları arasında yer almıştır. XVI.yüzyılda Kaleiçi’nde on Müslüman mahallesi olduğu halde Evliya Çelebi 1660’da kentteki 16 mahalleden ikisinin Müslümanlara ait olduğunu yazmışsa da bunun doğruluğu tartışmaya açıktır. Bununla birlikte 1878-1912 yıllarında ticari boşluğun Gayrimüslimler tarafından doldurulduğu da bilinmektedir. Kaynaklardan öğrenildiğine göre 1609’da 147 mahallesi olan Edirne’nin 1703 sayımında bu sayı 65’e düşmüştür. Kent doğal afetlerden, savaşlardan büyük ölçüde etkilenmiştir. Tunca Nehri’nin 1808’de taşması kenti sular altında bırakmış, 1844’te bir başka su baskını 1200’den fazla evi yıkmıştır. Aynı yıl Menzilhane’de başlayan yangın Eski Cami Caddesi ile Bedesten çevresindeki 400 dükkanı yakmıştır. Üç Şerefeli cami’nin yakınındaki doğramacılarda çıkan yangın cami ile çevresini, Tophane semtindeki yaklaşık 400 ev ile dükkanı yakmıştır. Bunları 1855 Eski Cami Caddesi, Gümrük Hanı, Unkapanı, Kıyık, Murat Paşa Mahalleleri yangınları izlemiştir. Bu felaketlerde 300 dükkan, hanlar ve birçok ev ortadan kalkmıştır. Yüzyılımızın başında, 1903’te Topkapı hamamından çıkan yangın 1514 evi ortadan kaldırdığı gibi, 1914 yangını da Ayasofya Kilisesi ile Kaleiçi Mahallesi’ni yakmıştır. Siyasi olaylar, iç çekişmeler ve savaşlar da Edirne’yi büyü ölçüde etkilemiştir. Sultan III.Selim’in yenilik hareketlerine karşı ayaklanmada, Edirne Vakası denilen olay, 1828-1829 ve 93 Harbi denilen Osmanlı-Rus Savaşları kentin doğal afetlerden arta kalan mahallelerinin de yıkılmasına neden olmuştur. Bundan etkilenen Edirnelilerin çoğu kentten göç etmiştir. Göç eden Müslümanlardan boşalan yerlere de azınlıklar yerleşmiştir. İstatistik bilgilere bakıldığında 1830-1835’te kentin 8.000-10.000 nüfusu; 1870’li yıllarda 144 mahallesi, 25.451 evi bulunuyordu. XX.yüzyılın başlarında ise nüfus 8.700’e inmiş, I.Dünya Savaşı’nda daha da azalmıştır. Bulgar işgali (1913) sırasında bazı yapılar ortadan kalkmış, aynı dönemdeki yangın 1514 evin yanmasına neden olmuştur. Bu olayların ardından Edirne Askeri Rüştiyesi resim öğretmeni Mehmet Selami Bey Edirne’nin yangından kurtulan bölümlerin planlarını çizmiştir. Bugün bu planlar incelendiğinde Edirne Kaleiçi sokaklarının düzgün bir planda olmadıkları görülmektedir. O günlerin Belediye Başkanı Dilaver Bey Edirne’nin imarıyla ilgili çalışmaları başlatmış, Fransız mimarlarının hazırladıkları plan uyarınca sokak ve caddeler birbirlerini dik olarak kesecek biçimde düzenlenmiştir. Kaleiçi’ndeki yeni yapılanmalarda yükseklik oldukça küçük tutulmuş. Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün sattığı arsalar üzerinde evler birbirini izlemiştir. Cumhuriyet döneminde Edirne’nin ilk imar planını 1940’ta Prof.Dr.Ernest Eğli çizmiştir. Onun bu çalışmasını 1963’te İller Bankası’nın çalışmaları ile 1947’de kentin ilave imar planı izlemiştir. Bu arada Kaleiçi’ndeki eski evlerin büyük bir bölümünün tescili yapılmış ve korunulmasına çalışılmıştır. Kaleiçi’nin sit alanı olarak ilân edilmesinden sonra çalışmalar yoğunlaşmış, alınan kararlar Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulunca 1985’te yeniden gözden geçirilmiştir. Bu arada özelliğini yitirenler, onarılmayacak durumda olanlar tescil dışı bırakılmıştır. Bütün bu çalışmalar yapıldıktan sonra 24 10 1991 gün ve 986 sayılı Koruma Kurulu Kararı uyarınca “Edirne Kentsel Sit Alanı Koruma İmar Planı” yürürlüğe girmiştir. Edirne’de bugün ahşap konut sayısı çok azdır. Yine de günümüz Edirne’sinde eski konutları bir araya toplayan ve korunmaya çalışılan 360.000 m2’lik alanı kapsayan Kaleiçi’nin özel bir konumu vardır. Bu yerleşim alanı sonraki yıllarda güneyde Tunca kıyısındaki Darülhadis Medresesine doğru genişlemiştir. Öte yanda siyasi ve ekonomik nedenlerle Kaleiçi’ni terk eden gayrimüslimlerin evleri de ilginç mimarileri ile korunması gereken örneklerdendir. Click this bar to view the full image.Edirne evlerinin Türk konut mimarisinde kendisine özgü bir yeri vardır. Ancak, bunların mimari tiplerini tam anlamı ile saptayabilmek de çok güçtür. Türk evlerinin çoğunda karşılaşılan genel özellikler Edirne evlerinde de vardır. Avlular, taşlıklar, niyazlıklar, merdivenler, odalar, raflar, hücreler, tandırlar, ocaklar, pencereler, kapılar, tavanlar, sedirlikler, hayatlar, yazlık ve kışlık divanhaneler, hamamlar, helalar, mutfaklar, kilerle, çamaşırlıklar, çeşmeler, havuzlar, selsebiller Edirne evlerinde de bulunmaktadır. Tarih boyunca Edirne’de Müslümanların yaşadıkları evlerin cepheleri bağdadi sıvalı veya ahşap kaplamaydı. Genellikle iki katlı olan evler, çıkmalarla, cumbalarla, cihannümalarla, balkon korkuluklarıyla, ahşap oymalı saçaklıklarla zengin bir görünümde idiler. Çoğunlukla girişler içeriye niş şeklinde çekilmiştir. Ayrıca bu girişler yanlarda ve üstlerde aynı zamanda aydınlatmayı sağlayan pencerelerle kontrol altına almışlardı. Odalar oldukça büyük tutulmuş, yüksek tavanları, geniş pencereleri ile ferah görünüm sergilemektedirler. Ayrıca barok ve rokoko üslubundaki görkemli tavanları da onları tamamlamaktadır. Harem ve Selamlık olarak yapılan konakların sayısı ise günümüzde hemen hemen yok gibidir. Bunlardan selamlık yola daha yakın, Harem ise dışarıdan görünmeyecek konumda arka bahçede yer almıştır. Buradaki odaların kapıları açıldığında karşılaşılan uzunca sofalarda aile bireyleri topluca zaman geçirdikleri gibi aynı yeri geçit olarak da kullanılmışlardır. Bu evlerde üzeri örtülü hayat denilen sofaların yanları açıktır, böylece önlerindeki bahçeyle yakınlaşmışlardır. Ancak son yıllarda sofaların önleri camlarla kapatılarak bu bağlantı ortadan kısmen de olsa kaldırılmıştır. Edirne evleri, sokak üzerinde veya bahçe içerisinde olanlar diye iki ayrı grupta incelenebilir. Bunlardan sokak üzerindekilerin alt katlarında pencere dizilerine pek rastlanmamakla birlikte, üst katlar son derece mükemmel aydınlatılmıştır. Tek katlı evlerde dışarıya kesinlikle pencere açılmamakta, aydınlanma yalnızca bahçeden sağlanmaktadır. Komşu evlere yönelik duvarlarda ise pencere bulunmamakta, pencereler kendi bahçelerine açılmaktadır. Prof.Dr.Metin Sözen, Edirne evlerinin odalarını belli başlı işlevlere göre şöyle sıralamıştır: “Oturma Odası: Günlük oda olarak bilinir. Yatak Odası: Eski dönemlerde musandralık denirdi. Misafir Odası: Konuklara ayrılan odaya aynı zamanda hoşametlik denirdi. Bazı evlerde namaz odaları adı verilen, namaz kılmaya ayrılmış bir mekân daha vardı. Oturma odaları aile fertlerinin bir arada oturdukları odalardır. Harem ve Selamlık bölümleri olan evlerde oturma odası yalnız Harem bölümünde bulunurdu. Bu odalarda genellikle evin bahçesine bakacak şekilde pencereler açılırdı. Sonraki dönemlerde sokak tarafına da oturma odalarının açıldığı görülmüştür. Pencereleri sokağa bakan odalar daha çok erkeklere aitti. Eski yatak odalarında yerden 1-1,5 m. yükseltilmiş ayaklar üzerindeki yataklarda yatılırdı. Bunlara portatif merdivenlerle çıkılır ve merdiven yukarıdan çekilirdi. Döşekler Musandıra denilen etrafı siperlenmiş olan bu yükseltilmiş döşemeye serilirdi. Musandıralar zamanla evlerde terk edilmiş, bunun yerine yerden en çok 30-40 cm. yükseltilmiş sedirler tercih edilmiştir.” Edirne evlerinin en tanınmışlardan birisi Kaleiçi’nde Maarif Caddesi üzerindeki heykeltıraş İlhan Koman’ın doğduğu evdir. Neo-klasik üslupta, bodrum üzerinde iki katlı bu konağı Rum mimarı ile ressamları 1908’de yapmışlardır. Dr.Dimsa’nın muayenehanesi olarak yapılan konağı, sonraki yıllarda Dr.Fuat Koman satın almıştır. Mermer taklidi, bağdadi sıvalı girişteki holün çevresindeki odalardan biri muayenehane, diğeri de kütüphaneye ayrılmıştır. Üst kattaki büyük salon çeşitli aile kutlamalarına, törenlerine ayrılmıştır. Özel olarak Romanya’dan fırınlanmış kerestesi getirtilen konağın içerisi ve dışı oldukça güzel bezenmiştir. Ahşap bezemeli kaplamaların yanı sıra tavanları bağdadi sıva üzerine “fresco-secco” (kuru fresk) tekniğindeki resimlerle bezenmiştir. Burada zengin Türk barok motifleri arasında İstanbul, Boğaziçi, Rumelihisarı, Arnavutköy’den görünümlere, aile fotoğraflarına, Yunan filozof portrelerine, dor üslubunda bir mabede, Erektein’a yer verilmiştir. Erkek ve kadın portreleri, Aphrodite resimleri de onları tamamlamıştır. Edirne günümüzde yeni yapılanmaya ayrılan semtleri ile birlikte kimlik değişimiyle karşı karşıyadır. Bu arada yeni yapılanma ile birlikte eski yerleşimin ilişkileri sağlıklı biçimde birleştirilemeyince kentteki sivil yapılanmada yozlaşma hız kazanmıştır. |
Edirne Tren istasyonu (Gar Binası) (Merkez)
XIX. yüzyılda başlayan ve XX.yüzyılın ilk çeyreğine kadar süregelen yeni bir mimari akım Edirne’ye de yansımıştır. Bu yeni üslupta eski çağların yapı elemanlarından yararlanılmış, daha sonra da Klasik Türk mimarisi ile bağdaştırılmıştır. Ancak Ziya Gök Alp’in başlattığı milliyetçi düşünce kısa sürede mimariye de yansımış, Batının Barok, Rokoko, Ampir, Eglektik ve Art-Nouveau üsluplarından sıyrılarak tamamen Klasik Türk mimarisine yönelinmiştir. Ali Talat Bey, Kemalettin Bey ve Vedat Bey’in başlattığı bu yeni mimari de Klasik Türk mimarisinden esinlenen yapılar birbirini izlemeye başlamıştır. Bunlardan Mimar Kemalettin bey tarafından Neo-Klasik üslupta yapılan, İstanbul’u Avrupa’ya bağlayan demiryolunun en önemli istasyonlarından birisi de Karaağaç tren istasyonu’dur. Bu istasyonun yapımına 1914 yılında başlanmış ancak, I.Dünya Savaşı’ndan ötürü yapımı yarıda kalmıştır. Cumhuriyetin ilanından sonra da işletmeye açılmıştır. Karaağaç Tren İstasyonu Mimar Kemalettin Bey’in “Şark Demiryolları Şirketi” adına tasarladığı dört tren istasyonundan birisidir. Mimar Kemalettin Bey’in tasarımını yaptığı diğer istasyon yapıları arasında Filibe Garı, Selanik Garı ve Sofya Garı bulunmaktadır. Bunlardan Selanik Garı’nın yalnızca temelleri atılabilmiş, Sofya Garı II.Meşrutiyetten önce tamamlanmıştır. Kurtuluş Savaşı’ndan sonra demiryolunun 337 km.lik bir bölümü Türk toprakları içerisinde kalmıştır. Bunun için de karaağaç Tren istasyonuna İstanbul’dan ulaşabilmek için Yunan sınırından geçme zorunluluğu ortaya çıkmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları Türk sınırı içerisinden geçen yeni bir demiryolu yaptırınca da Karaağaç tren İstasyonu önemini yitirmiş ve terk edilmiştir. 1974 Kıbrıs harekâtı sırasında istasyon bir süre ileri karakol görevini üstlenmiş ve daha sonra da Trakya Üniversitesi’ne verilmiştir. Bu istasyon binası bugün Trakya Üniversitesi rektörlük binası olarak kullanılmaktadır. Edirne için son derece önemli olan Lozan Antlaşmasını simgeleyen bir anıt ve bir de müze üniversite tarafından tren istasyon binasının yanına yapılmıştır. Neo-Klasik Türk mimarisinin en güzel örneklerinden biri olan Karaağaç Tren İstasyonu üç katlı, dikdörtgen planlı ve 80 m. uzunluğunda bir yapıdır. Yığma duvar sistemine göre tuğladan yapılan istasyonun ortasında büyük bir hol bulunmaktadır. Bu bölümün dış duvarlarında, pencerelerinde, kapı kemerlerinde ve girişin iki yanındaki kulelerde kesme taşlar kullanılmıştır. Binayı çevreleyen sivri kemerli pencereler tamamen bu üslubu yansıtmaktadır. Bu arada döşemelerin yapılmasında da çelik kirişlerden yararlanılmıştır. İstasyon binasının üzeri asbest plaka kaplı çelik makaslı, kırma bir çatı ile örtülmüştür. Yapının iki ucunda yer alan yuvarlak gövdeli kuleler kesme taştandır. Bunların üzerinde dolaşan silmeler, kuşaklar, stalaktitli yarım başlıklar, güçleler, kum saati motifleri, saçaklar ve Türk üçgenleri Neo-Klasik Türk mimarisini Edirne’de yaşatan bir örneği ortaya koymuştur. |
Edirne Müzeleri
Edirne Arkeoloji ve Etnoğrafya Müzesi (Merkez) Atatürk’ün isteği doğrultusunda Edirne Müzesi l925 yılında müze deposu olarak, Edirne Selimiye Camisi’nin Darül Tedris Medresesi’nde oluşturulmuştur. Müzenin kuruluşunda Trakya Umumi Müfettişi olan Kazım Dirik’in büyük payı olmuştur. Bu nedenle Edirne’de dağınık bulunan eserlerin toplanması ve bir araya getirilmesi için “Edirne ve Yöresi Eski Eserleri Sevenler Kurumu”nu l935 yılında kurmuştur. Bundan sonra Edirne Selimiye Külliyesi’nin Darüs Sıbyan (Dar ül Kurra) masrafları bu kurum tarafından karşılanmak üzere onarılmış ve daha önce depo halındaki eserler buraya taşınmıştır. Etnoğrafik ağırlıklı bu müze Edirne’nin işgalden kurtarılışının 13.yılında, 25 kasım l936’da ziyarete açılmıştır. Bunun ardından Topkapı Sarayı ve Ankara Etnografya Müzesi’nden getirilen eserler ile takviye edilmiştir. Bundan sonra l954 yılında müdürlük konumuna getirilen müzeye Muzaffer Batur atanmıştır. Edirne’nin yeni bir müze müdürlüğü binasına ihtiyaç duyması üzerine Selimiye Camisi’nin arkasındaki alanda Y.Mimar İhsan Kıyğı’nın hazırladığı plan doğrultusunda yeni bir müze binası yapılmıştır. Bu müze planı standart olup Anadolu’nun bir çok illerinde uygulanmıştır. Müzenin arkeoloji bölümünde Paleontolojik dönem fosillerinden başlayarak Edirne ve yakın çevresinde bulunan 3.zamanın sonlarına ait fil, gergedan, ve at türü hayvanların çene, omur gibi parçaları bulunmaktadır. Ayrıca 30.000.000 yıl öncesine ait Miyosen dönemin balık fosilleri, deniz hayvanları, bitkilerin fosilleri de onları tamamlamaktadır. Kalkolitik döneme tarihlenen ve Enez Hocaçeşme Höyüğünde bulunan Orta Neolitik, Erken Kalkolitik pişmiş toprak eserler müzede yer almaktadır. Ayrıca Edirne yöresinde çok bol olan Lalapaşa, Araplık dolmeni, Taşlicabayır Tümülüsü eserleri, M.Ö 1400-800 yıllarına tarihlenen Tunç ve Demir Çağ eserleri de arkeoloji bölümünün önemli eserleridir. Edirne Müzesinde l071-2005 yıllarına ait Enez kazısından çıkan buluntular, Klasik, Helenistik, Roma ve Bizans dönemine tarihlenen keramik, cam, madeni, sikke gibi küçük buluntular, heykeller, torsolar, steller de müzenin başlıca eserleri arasındadır. Steller arasında Trakya bölgesinin yerli halkı olan Traklara ait mezar stelleri da bulunmaktadır. Bizans ve Osmanlı dönemine tarihlendirilen altın ve gümüş sikkelerden oluşan koleksiyonlar da müzede yer almaktadır. Müze bahçesinde Roma dönemine tarihlenen lahitler, dolmenler, menhirler ve çitten yapılmış iki Trak evi, Eroslu sunak, Bizans ve Roma dönemi sütunları, sütun başlıkları XV-XVIII yüzyıllara tarihlenen Osmanlı mezar taşları da ayrı bir bölüm halinde sergilenmektedir. Müzenin Etnografya bölümünde Selimiye Camisi’nin ziyarete açılışında mihraba konulan halı, Edirnekari ağaç işleri, Edirne Sünnet yatağı, Edirne gelin odası, Edirne evleri oturma odası ayrı bir bölüm halindedir. Ayrıca erkek ve kadın giysileri, oyalar, üç etekler, bohçalar, ve Edirne’ye özgü sabunlar burada sergilenmektedir. Edirne köy evlerinin mutfağı, ve çeşitli sanatlara ait tezgahlar da yine Etnografya bölümündedir. Atatürk’ün Edirne’yi ziyaretinde kullandığı eşyalar, haritası da burada bulunmaktadır. Selimiye Camisi yanı Tel: (0284) 225 11 20 Faks(0284) 225 57 48 Türk-İslam Eserleri Müzesi (Merkez) Edirne Arkeoloji ve Etnografya Müzesi’nin yönetiminde olan Türk-İslam Eserleri Müzesi Selimiye Camisi’nin Dar-ül Tedris (Dar-ül Kurr’a) Medresesinde bulunmaktadır. Medresenin 14 odası ile avlusunda Türk ve İslam dönemine ait eserler sergilenmektedir. Müzenin Pehlivanlar odasında Kırkpınar güreşlerinin ünlü baş pehlivanlarının fotoğrafları ile Kırkpınar ağası giysili, kısbetli mankenler bulunmaktadır. Tekke Eşyaları odasında dergahlardan toplanmış çeşitli eşyalar, Sultan II.Beyazıt külliyesinin kapıları, büyük ölçüde mumlar, el yazmaları, levhalar, alemler, zikir tespihleri, son şeyhülislamın giysisi, fildişi ve sedef kakmalı Kur’an mahfazaları ve Mevlevihane’ye ait eşyalar bulunmaktadır. Ayrıca işlemeler de onları tamamlamaktadır. Balkan Savaşı ile ilgili fotoğraflar, sancaklar, çeşitli çiniler, Çanakkale seramikleri, porselenler, Edirne Sarayında l973 yılında yapılan kazıda çıkarılan duvar çinileri, cam eşyalar, yemek kazanlar, çeşitli ölçü aletleri, fenerler, mangallar, zemzemlikler, sedef kakmalı koltuk takımları, çeşitli ağaç işi örnekleri müzedeki başlıca eselerdir. Selimiye Camisi Dar ül tedris (Dar-ül Kurr’a) Medresesi Tel: (0284) 225 11 20 Lozan Anıtı ve Müzesi (Merkez) Trakya Üniversitesi Rektörü Prof. Dr.Osman İnci başkanlığındaki senatonun almış olduğu kararla yapılan Lozan Anıtı Karaağaç’ta eski Edirne tren istasyonu, bugünkü Rektörlük birasının bahçesinde bulunmaktadır. 19 Temmuz l998’de ziyarete açılan anıt Lozan’ın Edirne için önemini simgelemektedir. Anıt üç beton sütun ve ortasındaki bir genç kız figüründen oluşmaktadır. Sütunlardan uzun olana Anadolu’yu, kısa olanı Trakya’yı, en küçüğü de Karaağaç’ı simgelemektedir. Bunların arasındaki figür ise estetiği, zarafeti ve hukukun sembolüdür. Bir elinde tutmuş olduğu güvercin barış ve demokrasiyi, diğer elindeki belge de Lozan Antlaşmasını anlatmaktadır. Ayrıca bu sütunlar bir çemberle birleştirilerek birlik ve beraberlik sembolize edilmiştir. Lozan Anıtının yanındaki tek katlı yapı Lozan Müzesidir. Anıt ile beraber l998’de açılan Müzede Lozan Antlaşması ile ilgili belgelerin örnekleri, Atatürk ve İsmet İnönü ile ilgili fotoğraflar, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, diğer çeşitli tarih dergileri ve günün gazetelerinden alınmış konuyla ilgili yazıları içeren örnekler bulunmaktadır. Karaağaç Tel: (0284) 214 4210/l87 |
Sağlık Müzesi (Merkez)
Trakya Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Osman İnci Başkanlığında, Üniversite Senatosunun almış olduğu kararla Sultan II.Bayezid’ın 1484-1488 yıllarında yaptırmış olduğu Sultan II.Bayezıd Külliyesinin Darüşşifası’nda 23 Nisan l997 yılında Sağlık Müzesi ziyarete açılmıştır. Trakya Üniversitesi ve Ruh Hastalarını Reaptasyon Derneği’nin katkıları ile Darüşşifa restore edilmiştir. Edirne'yi i ziyaret eden Evliya Çelebi buradan “Orada bir Darüşşifa vardır ki dil ile tarif ve kalemler ile yazılmaz” diye söz ederek şöyle devam etmiştir: ”Adı geçen bağın ortasında, göğe baş uzatmış bir kağir yüksek kubbedir ki güya aydınlık hamam camekanı gibi tepesi açıktır. Bu açık yerde altı adet ince mermer sütunlar üzerinde Kiyanıyan tacı gibi bir kubbecik vardır. San'atkar iş üstadı, bu küçük kubbenin ta tepesine halis altın ile yaldızlanmış bir çeşit demir mil üzerine bir bayrak yapmış, ne taraftan rüzgar eserse, o bayrak o tarafa döner. Garip görünüşlüdür. Ama aşağı büyük kubbe sekiz köşelidir. Bu kemerli kubbe içinde dahi sekiz kemer vardır. Her kemerin altında bir kış odası vardır. Bu odaların her birinde ikişer pencere vardır. Bir penceresi odanın dışında olan gülistanlı ağaçlığa bakar, diğeri de bu büyük kubbenin ortasındaki büyük havuz ve şadırvana bakar. Bu sekiz adet kış odalarının önünde , yine büyük kubbe içinde sekiz adet yazlık odalar vardır. |
Üç tarafları kafesli mermerler ile yapılmış bu büyük kubbe altındaki büyük havuzun çevresindeki sel sebillerden berrak su çağlayıp havuza girince , fıskiyelerden berrak su, kemerli kubbenin göbeğinde nihayet bulur.
Böyle dikkat ve özenle yapılmış şifa yurdunun anlatılan odalarında çeşitli hastalıklara tutulmuş zengin ve fakir, ihtiyar ve genç doludur. Bazı odalarda ilkbaharda delilik mevsiminde Edirne'nin aşk denizi derinliğine düşmüş sevdalı aşıklar çoğalıp, hekimin emriyle bu tımarhaneye getirilerek altun ve gümüş yaldızlı zincirlerle kerevetlerine takılıp, her biri aslan yatağında yatar gibi kükreyip yatarlar... Kimisi havuz ve şadırvanlara bakıp kalender hülyası kabilinden sözler eder, nicesi dahi o kemerli kubbenin etrafında olan gülistan ve bağ ve bostan içindeki binlerce kuşların cıvıltılarını dinleyip, delilerin perdesiz ve ölçüsüz sesleriyle feryada başlarlar”. Evliya Çelebi, hastanenin musiki ile tedavi konusunu da şu şekilde anlatmıştır: “Merhum ve Mağfur Bayezid Veli Hazretleri Vakfiyesinde, hastalara deva, dertlere şifa, divanelerin ruhuna gıda ve defi seva olmak üzere 10 adet hanende ve sazende gulan (genç erkek) tayin etmiş ki, üçü hanende, biri neyzen, biri kemancı, biri musikarcı, biri santurcu, biri çengi, biri çeng santurcu, biri udçu olup, haftada 3 kez gelerek hastalara ve delilere musiki faslı ederler. Allah'ın emriyle , nicesi saz sesinden hoşlanır ve rahat ederler. Doğrusu musiki ilminde neva, rast, dügah, segah, çargah,suzinak makamları onlara mahsustur. Ama zengule makamı ile buselik makamında rast karar kılsa insana hayat verir. Bütün saz ve makamlarda ruha gıda vardır”. Edirne Sultan II.Beyazıd Külliyesinin Darüşşifası, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün l984’de yaptığı bir protokol ile Trakya Üniversitesine eğitim amaçlı olarak tahsis edilmiştir. Edirne Darüşşifası’nda musiki ile hasta tedavisi, hastanenin başta gelen özellikleri arasındaydı. Bu konuda inceleme yapan müzisyen hekimler Türk musikisindeki bazı makamların bazı hastalıkların tedavisinde özel bir iyileştirici etkisi olduğunu saptamışlardır. Tedavide musikinin yanı sıra su sesi ve güzel kokudan da yararlanılmıştır. Buradaki şadırvandan dökülen suların çıkardığı sesler hastayı huzura kavuşturmaktaydı. l876-l877 Osmanlı-Rus savaşında Edirne’nin işgali ile buradaki tıp eğitimi işlevini yitirmiş ve Darüşşifa içerisindeki hastalar İstanbul’a gönderilmiştir. Trakya Üniversitesi Sağlık Müzesi Avrupa Parlamentosunun 2004 yılı Avrupa Müzesi ödülünü kazanmıştır. 2004 yılında bu ödülü alabilmek için 48 ülkeden 60 müze değerlendirmeye katılmış, birincilik ödülü Trakya Üniversitesi Sağlık Müzesi’ne verilmiştir. Müzede Osmanlı İmparatorluğu’nun başlangıcından sonuna kadar sürdürdüğü sağlık hizmetleri en küçük ayrıntısına kadar çağına uygun dekorlarla, mankenler eşliğinde canlandırılmıştır. Müze üç bölümden oluşmaktadır. Müzenin birinci bölümünde poliklinik, özel diyet mutfağı, ve personel odaları bulunmaktadır. İkinci bölümde ilaç deposu ve hekimlere ait bölümlere yer verilmiştir. Üçüncü bölümde hasta odaları aslına uygun biçimde canlandırılmıştır. Bu bölümde altı ve dört kişilik yatak odaları ve musiki bölümleri görülmektedir. Müzede Tıp tarihi ve Ontoloji ile ilgili düzenlemeler yapılmıştır. Şifalı Bitkiler, Eczacılık, XV.yüzyılda Osmanlılarda Cerrahi, Osmanlı’da Darüşşifalar, Bulaşıcı Hastalıklar, Hekimliğin Gelişim Tarihi, Mimar Sinan ve Eserleri, Türk Psikiyatri Tarihi Ord.Prof. Dr.A.Süheyl Ünver ile Tosyavizade Dr. Rıfat Osman’ın odaları müzenin başlıca bölümlerini oluşturmaktadır. Türkiye’de başka bir örneği olmayan müzede Osmanlı döneminin dekor ve kostümleri kullanılarak hekimbaşı, çömezleri (asistan), Osmanlıların ruh ve akıl hastaların musiki ile tedavi etmelerini, terapiyi gösteren hanendeleri, sazendelerinin ruh hastalarını tedavi edişleri mankenlerin eşliğinde sergilenmiştir. Müzenin sahne düzenlemeleri de İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları tarafından yapılmıştır |
Edirne Anıt ve Şehitlikleri
Şükrü Paşa Anıtı (Merkez) Balkan Savaşı’nda Edirne’yi 5,5 ay savunan Şükrü Paşa Edirne’nin düşmesinden sonra Bulgaristan’a esir olarak ***ürülmüş, 6 ay sonra da özgürlüğüne kavuşmuştur. Şükrü Paşa İstanbul’da 1916 yılında ölmüş ve Merkez Efendi mezarlığına gömülmüştür. Ancak Edirneliler ve o zamanın tümen komutanı Kayhan Onur ailesinden Şükrü Paşa’nın mezarının Edirne’ye nakledilmesini istemiştir. Ailesinin olumlu yaklaşımı üzerine Şükrü Paşa’nın naşı Edirne’ye getirilerek Buçuktepe Tabyasının güney yamacına gömülmüştür. Mezarın bulunduğu yerde bir anıt mezar yapılmış ve bir de heykeli dikilmiştir. Anıt mezarın projesini Trakya Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Dekanı Hulusi Güngör yapmıştır. Buçuktepe Tabyası 2000 yılında Genel Kurmay Başkanlığı tarafından müze olarak düzenlenerek ziyarete açılmıştır. Sabuncu Bağları Şehitliği (Merkez) Edirne Sabuncu Bağları Yıldız ve Kestanelik tabyalarının 1-5-2 km. doğusunda Sabuncu Bağları Şehitliği bulunmaktadır. Balkan Savaşı’nda Edirne savunmasında şehit düşen askerler 25 Mart 1913’te Sabuncu Bağlarına gömülmüşlerdir. Buradaki tabyalarda şehit düşenler için Cevizlik, Sabuncu ve Kestanelik şehitlikleri yapılmıştır. Bu şehitlikte 20.taburun şehit düşen askerleri gömülüdür. Mezartepe Şehitliği (Merkez) Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin bulunduğu yerdeki Mezartepe Şehitliğinin yeri bugün kaybolmuştur. Balkan Savaşı sırasında 24 Mart 1913 günü Bulgar saldırılarına karşı şehit olan askerler buraya gömülmüşlerdir. Beş Şehitler (Merkez) Edirne’ye 25 Temmuz 1920’de Yunan hücumu sırasında gerilla savaşını başlatan Türk köylülerinden yakalananlardan, Saraçhane Köprüsü başında kurşuna dizilmişlerdir. Bunlardan beşinin mezarı Yeni İmaret Mezarlığındadır. Edirne halkı bu şehitlerin anısına bir de ağıt yakmışlardır: Kırat kırat nazlı kırat Ahır Köyüne ***ür kırat Kıratımın beli ince Gitmem Ahır Köyüne gitmeyince Kıratıma binebilsem Ahır Köyüme gidebilsem Kıratımın beli ince Öldürmeyin tel gelmeyince Bu beş kişi kurşuna dizildikten sonra Atina’dan gelen bir telgraf, bunların kurşuna dizilmemelerini emrediyordu. Ancak bu telgraftan önce beş kişi Maslahat Deresi’nde kurşuna dizilmişti. Arnavutköy Şehitliği (Merkez) Edirne Ayvaz Baba Tabyası yakınında Hasanağa Köyü’nün batısında Arnavutköy Şehitliği bulunmaktadır. Burada Babadan oğla Anıtı ismi ile küçük bir anıt dikilmiştir. Balkan Savaşı’nda Edirne savunmasını yapanlar arasında bir de Miralay (Albay) bulunuyordu. Bu albay Kuştepe çevresinde yapılan savaşlarda şehit olmuştur. Savaştan sonra albayın oğlu tarafından anıt yaptırılmıştır. Beyaz mermerden bir kaide üzerinde yuvarlak, kurşunu andıran bir sütun bulunmaktadır. Üzerinde şu yazı bulunmaktadır: Topçu Miralay Mehmet İzzet (1315-4) 1912-1913 Balkan Harbinde 5 inci Bl.K. olarak Savaşan babasına Aynı yerde görev alan oğlu tarafından yaptırılmıştır. 30 temmuz 1967 Topçu Yarbay Muin Demirus. Geçkinli Şehit Anıtı (Süleoğlu) Edirne Süleoğlu yolunun çıkışında Yağlı Köyü yakınında Geçkinler Şehit Anıtı bulunmaktadır. Bir höyük üzerinde bulunan bu anıt bir duvarla çevrilmiştir. Giriş kapısının iki yanında sütunlar üzerinde top mermileri bulunmaktadır. Ayrıca yan ve arka duvarların köşe ve ortalarına da birbirlerine zincirlerle bağlı sütunlar yerleştirilmiştir. Anıt dikdörtgen mermer bir kaide üzerine, aşağıdan yukarıya doğru incelen düz bir sütun şeklindedir. Şehitliğin ön cephesine bir kitabe yerleştirilmiştir: “Sırbistan. Yunanistan. Bulgaristan ve Karadağ hükümetlerinin Devlet’i Osmaniye aleyhine müttefikan taaruzlarile vuku bulan harpte nizamiye 9. Alay, Sahra Topçu 3. Alayın 2. ve 3. Bataryaları 9 Teşrinievvel 1328 (22 Ekim 1912) tarihinde bu noktada Bulgarlara taaruz ettiler. Bu müsademe-i hunin yerinde şehid olan zabitan ve efrarın ecsad-ı paki burada meftundur. Din ve vatanın müdafileri olan bu Osmanlı efradının ruhları için Lillah-il Fatiha”. Anıtın diğer yüzlerinde de iki kitabe daha bulunmaktadır. Bu şehitlik Balkan Savaşı sırasında Bulgarlarla savaşan askerler için şehit bir subayın oğulları tarafından dikilmiştir. Anıt Balkan Savaşı’nın hemen bitiminde yapılmış 1935 yılında restore edilmiştir. Ardından Edirne Şehitleri ve Mezarlıkları Koruma Derneği bu anıtı bir kez daha onarmıştır. Süvari Yüzbaşısı Reşit Bey Şehitliği (Merkez) Edirne Kapıkule yolu üzerinde bulunan bu anıt, Süvari Yüzbaşısı Reşit Bey’e ait olup halk arasında İntikam Taşı olarak tanınmaktadır. Balkan Savaşları sırasında geri çekilen Bulgarları kovalayan öncü birliğin başında bulunan Süvari Yüzbaşısı Reşit Bey burada şehit düşmüştür. Reşit Bey’in cesedi Selimiye Camisi Hünkar Mezarlığına gömülmüş ve oraya bir lahit yapılmıştır. Süvari Yüzbaşısı Reşit Bey’in anıtı I.Dünya Savaşı’nda Bulgarlar tarafından yıkılmış, Cumhuriyet döneminde de, Şehitlikler-Mezarlıklar İmar ve Eski Eserleri Koruma Derneği tarafından aynı yere eskisinden biraz daha alçak olmak üzere yeni bir anıt yaptırılmıştır. Yassı Tepe Şehitliği (Merkez) Edirne Avaruz Köyü’nün 1-5 km. güneybatısında bulunan bu şehitliğin olduğu yerde iki mezar bulunmaktadır. Balkan Savaşı’nda Meriç ile Tunca arasındaki Sırp tümeni ile Bulgar alayına karşı Edirne Redif tümeni 5 ay süren bir savunma yapmıştır.Bu savaşta şehit olan askerler Yassı Tepe Şehitliğine gömülmüştür. İbrahim Akıncı Anıtı (Merkez) Edirne karaağaç yolundan sonra Pazarkule yolu üzerinde Arda Tabyasının olduğu yerdedir. Atatürk’ün Samsun’a çıkışından sonra kurulan Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti hem Anadolu’da hem Trakya’da Yunanlılara karşı bir örgüt kurmuşlardır. Yunan kuvvetlerinin Edirne’yi almak üzere Karaağaç’a yürümeleri sırasında Türk kuvvetleri epey şehit vermiş, bunlardan biri de Edirne İslâm Cemaati Kâtibi Hakkı Efendi’nin oğlu Teğmen Reşit Bey’dir. Kurtuluş Savaşı’ndan sonra Kolordu Komutanı İbrahim Akıncı tarafından bu savaşın anısına anıt dikilmiştir. Dikdörtgen kaideli, aşağıdan yukarıya doğru daralan mermer bir anıttır. |
Hasköy Şehitliği Anıtı (Havsa)
Edirne Kırklareli yolunda bu anıtı Trakya Genel Müfettişi Kâzım Dirik 1935 yılında yaptırmıştır. Balkan Savaşı sırasında Hasköy’de, Habiller bölgesinde yapılan savaşta şehit düşen askerler Hasköy Köyü’ne gömülmüşlerdir. Anıt üst üste oturtulmuş üç dikdörtgen kaide ve mermer bir sütundan ibarettir. Cevizler Şehitliği (Üç Şehitler Anıtı) (Merkez) Edirne-Lalapaşa yolunun güneyinde Cevizlik Tabyası’nın karşısında üç mezar ve bir de anıt bulunmaktadır. Bu yüzden de buraya Üç Şehitler Anıtı veya Cevizlik Şehitliği ismi verilmiştir. Dikdörtgen kaideli anıtın üzerinde dört mermer küre bulunmaktadır. Etrafı parmaklıklarla çevrilmiştir. Bu anıtın altında gömülü olan üç şehit, Bursa Çekirge Taburundan Küçük Döllük Köyü’ndeki camide tedavi edilirken taburun geri çekilmesi üzerine ancak buraya kadar gelebilmiş ve Bulgarlar tarafından anıtın bulunduğu yerde şehit edilmişlerdir. Küçük Döllük Şehitler Anıtı (Merkez) Edirne Lalapaşa yolunun solundaki Küçük Döllük Köyü’nde cami bitişiğindeki bir kuyu üzerine 1965 yılında Edirne Şehitlikleri ve Mezarlıklarını Koruma Derneği tarafından yaptırılmıştır. Anıt Balkan Savaşı sırasında Kayapa-Küçük Döllük yöresinde Bulgarlarla yapılan savaşta yaralanan ve camide tedavi edilen askerler, birliğin yaralılarını alamadan geri çekilmesi nedeni ile orada kalmışlardır. Köye giren Bulgarlar camide tedavi edilmekte olan 19 Türk askerini caminin yanındaki kuyuya atarak şehit etmişlerdir. Küçük Döllük Şehitler Anıtı bu şehitlerin anısına kuyunun üzerinde yapılmıştır. Anıtın ön yüzünde kitabesi bulunmaktadır: “1912-1328 yılı Teşrinievvel (Ekim) ayında Kayapa’da düşmanla çarpışırken ağır yaralı olup Küçük Döllük Camiine yatırılan ilk gazi ve şehit 19 er bu anıt altındaki kuyuya diri diri Bulgarlar tarafından atılarak şehit edildiler”. Kayapa Şehitliği (Merkez) Edirne Kayapa Köyü’nde köy mezarlığına giden yolun kenarında bulunmaktadır. Balkan Savaşı’nda buraya gömülmüş olan şehitlerin isimleri yazılı mezar taşları bulunuyorken, günümüzde bu mezar taşları kayıptır. Maraş Şehitliği (Merkez) Edirne Karaağaç’ta, Arda Kule’nin 150-200 m. kuzeydoğusunda tarlalar arasındadır. Balkan Savaşı’nda Edirne savunmasının batı cephesinde sol kanadı oluşturan Maraş Cephesi Meriç ile Arda nehirleri arasında bulunuyordu. Bu bölgeyi Bulgar ve Sırplara karşı Yarbay Celal Bey’in nişancı alayı ile Bursa ve Çekirge Redif taburları savunmuştur. Burada şehit düşen askerlerin anısına bir şehitlik yapılmış, ancak burada kaç şehit olduğu bilinmemektedir. Söğütlük Şehitliği (Merkez) Edirne Karaağaç yolu üzerinde Söğütlük Mevkiinde bulunan bu anıtın projesini Mimar Talat Bey ile bir Fransız mühendis 1915 yılında Evkaf-ı Hümayun Nezareti adına yapmışlardır. Anıt alçak bir duvarla çevrelenmiş olup, önünde bir bahçesi ve bir de çeşmesi bulunmaktadır. Burada Edirne’de ölen Vali Emin Akıncı, Türk-Bulgar hududunda görev yaparken Bulgarların sınıra yerleştirdikleri mayınların patlaması ile şehit düşen sivil ve askerlerin anısına yapılmıştır. Anıtın pembe mozaikten piramidal kare bir taban üzerine 1-5 m. yüksekliğinde kale burçlarını andıracak şekilde kesme taştan yapılmıştır. Burçların üzerinde beyaz mermer bir sütun, üzerinde de dört tarafında ay yıldız, en üstüne de dört küre yerleştirilmiştir. Anıt üzerinde şu kitabe bulunmaktadır: “Fatiha, Balkan Harbi müdafaasında şehit olan jandarmaların ruhuna 1913.” |
Sarayiçi Balkan Savaşı Şehitliği (Meçhul Asker Anıtı) (Merkez)
Edirne Sarayiçi’nde Tunca Nehri’nin kıyısındadır. Bir tür Meçhul Asker Anıtı niteliğinde olan bu anıt, Balkan Savaşı sırasında Edirne savunmasında şehit düşenlerin anısına dikilmiştir. Edirne’nin 26 Mart 1913’te teslim oluşundan sonra Sarayiçi bir tutsak kampı durumuna getirilmiş ve burada 10.000 civarında asker soğuk, hastalık ve açlıktan ölmüştür. Bu anıtın dikilme amacı da bu olayla bağlantılıdır. Şehitlikte 12 blok üzerine 100 subay ve 400 erin ismi yazılıdır. Bunlar Genel Kurmay Başkanlığı'ndan sağlanan isimlerdir. Ancak diğer şehitlerin isimleri tam olarak tespit edilememiştir. Balkan Şehitliği 858 m2 genişliğinde bir alanı kaplamaktadır. Şehitlik 14 Ocak 1994'te törenle ziyarete açılmıştır. Şehitliğin projesi Y.Mimar Nejat Dinçel tarafından çizilmiş, Heykeltraş Prof.Tankut Öktem de Mehmetçik Heykeli'ni, Heykeltraş Metin Yurdanur da Balkan Savaşı rölyeflerini yapmıştır. Keşan Taburu Şehitliği (Merkez) Edirne Sabuncu Bağları sırtında Musabeyli Köyü yakınındadır. Burada 9-10 Şubat 1913 gecesi Türk askeri bir yarma harekatına girişmiş ve Bulgar siperlerine süngü hücumunda bulunmuştur. Bu hücum sırasında Musabeyli Köyü’nün güneyindeki tepeler Türk kuvvetlerinin eline geçmiştir. Bulgar komutanı İvanov Sırp tümeninden yardım istemiş, bunun üzerine gelen üstün güçlere karşı direnemeyen Türkler geri çekilmiş ve Keşan Taburunun bütün er ve subayları burada şehit olmuşlar, köyün yakınına da gömülmüşlerdir. Günümüzde bu şehitlikteki mezarların çoğu kayıptır. Hızırlık Tabya Şehitliği (Merkez) Edirne Yıldırım Mahallesi’nin batısındaki Hızır Tekke yakınındaki mezarlık Hızır Tabya Şehitliği olarak tanınmaktadır. Balkan Savaşı sırasında 26 Mart 1913’te bu tabyada şehit olan subay ve erler, köyün Hıdır Cami Mezarlığına gömülmüşlerdir. Asker Hastanesi Şehitliği (Merkez) Edirne’nin kuzeyinde Sarayakpınar yolunun sağında terk edilmiş bulunan asker hastanesinin 2-3 km. batısındadır. Hastane mezarlığının bir bölümü şehitlik olarak ayrılmıştır. Balkan ve Çanakkale savaşlarında bu hastaneye yatırılan yaralılardan ölenlerin gömüldüğü şehitliktir. Aynı yerin yanına Edirne’de askerlik görevini yaparken hastalanıp ölen askerler de gömülmüştür. Belediye tarafından satın alınan ve kiraya verilen şehitlik ve mezarlık ortadan kaldırılmıştır. Bu konuda yapılan şikayetler üzerine Edirne Vilayeti 1973-1974 yıllarında bu işlemi durdurmuştur. Ancak şehitlik ve mezarlıktan herhangi bir iz günümüze gelememiştir. |
Sırpsındığı Savaş Anıtı (Merkez)
Edirne Sarayakpınar Köyü’nde 1363 yılında Hacı İlbeg komutasındaki Türk ordusunun kazandığı Sırpsındığı Savaşı’nın anısına 1990 yılında Edirne Valisi Ünal Erkan tarafından yaptırılmıştır. Anıt mermerden olup, yine mermerden sütunlardan oluşan parmaklıklarla çevrilmiştir. Kare mermer kaidenin üzerine düz ve kademeli beyaz mermerden bir taş oturtulmuş ve bunun üzerine de Sırpsındığı Savaşı’nın tarihi yazılmıştır. Anıtın yapımına Türkiye Şehitlikleri İmar Vakfı'nın yardımı ile 1990 yılında başlanmıştır. Sarayakpınar Köyü muhtarı köy arazisinden 560 m2.lik yeri bunun için ayırmıştır. Anıt üzerinde yabancı tarihçilerin, Mithat Cemal Kuntay'ın, Edirneli Ruhi'nin, Ali Yazıcıoğlu'nun yazılarından örnekler bulunmaktadır. Atatürk'ün "Türk evladı ecdadını tanıdıkça büyük işler yapabilmek için kendinde kuvvet bulacaktır" sözü de buraya eklenmiştir. Havsa Şehitliği (Havsa) Edirne Havsa ilçesinde Yunan askerleri tarafından şehit edilen üç kişinin mezarı Sokollu Mehmet Paşa Camisi’nin bahçesindedir. Bu mezarlık 1960-1966 yıllarında Havsa Kaymakamlığınca onarılmıştır. |
Edirne Tabyaları
Edirne tabyaları Osmanlı-Rus ve Balkan Savaşları sırasında Edirne’nin savunulması amacıyla yapılmıştır. Edirne’nin 4-5 km. uzağında bulunan ve bugün büyük çoğunluğu tarlalar içerisinde kalmış olan bu tabyaların büyük çoğunluğu moloz ve kaba taştan, top mermilerine dayanacak şekilde yaklaşık bir metre kalınlığında yapılmıştır. Sultan II.Mahmud zamanında 1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı'nda Edirne'nin savunması için alınan önlemlerin başında tabyaların yapılması gelmiştir. Bunun için de şehrin çevresindeki tepelerde tabyalar yapılmıştır. Edirne savunmasında göreve getirilen Halil Paşa, Vecihi Paşa ve İbrahim Paşa, Rus ordusunu durdurmak üzere bu tabyaların yapımını başlatmışlardır. Genelde bazıları topraktan, bazıları kâgir ve üzerleri dal veya kalaslarla örtülü bu tabyalar tamamlanamadan savaş başlamıştı. Savaşın sona ermesinden sonra tabyaların yapımına hız verilmiştir. İlk kez 1828’de yapılan bu tabyalar daha sonra Tahir Paşa yönetimindeki bir komisyon yeniden yaptırmış ve bazılarını da onarmıştır. 1903 yılında 30’dan fazla tabya bulunuyordu ve bunların Balkan Savaşı’nda büyük yararı olmuş, şehir 155 gün boyunca bu tabyalar yardımı ile korunmuştur. Bu tabyalardan Hıdırlık tabyasını Şükrü Paşa karargâh olarak kullanmış, Kıyık Tabyasını da Edirne kale komutanı İsmail Paşa karargâh olarak kullanmıştır. Bu tabyalar içerisinde en görkemlisi Hıdırlık Tabyasıdır. Kıyık Tabyası üzerine ordu kumandanı Muhtar Paşa bir de kitabe yerleştirmiştir: Bârek-Allah işbu istihkâm nev tarz-ı rasîn Kahr ve tedmîr adüvvü dânedir hassa hasîn Bâni-i fidyesidir sarh-ı muhkemin Mazhar-ı teyyid hak Abdülhamid Hân güzin İşbu şehrin sû-be-sû tahkimini azmeyledi Azm-i pâk cümlesinden de bu tesis metin Cilve-gâh olsun bu bir yâ-rabb şuâi nusrete Düşman kalsın top altında siyah rûz mühîn Lâ-cerem eyler bu istihkâma düşman serfürû Söyledi Muhtar tarihini zafergâh-ı mübin 1304 (1886). Bu tabyaların belli başlıları; Ayvazbaba, Kestanelik, Cevizlik, Yıldız Tabya, Muhitintepe Tabyası, Aynalı Tabya, Karagöz Tabya, Kartaltepe, Maraş, Karaağaç, Kazanova, Ayvazoğlu, Arnavutköy, Büyük Taş Tabya, Küçük Taş Tabya, Kemer, Aynalı, Toprak, Başhöyük, Doğancı, Eski, Topyolu, Kavkas, Yassı Tepe, Bağlarbaşı, Abdurrahman Ağa, Arda, Kıyık, Bosnaköy Tabyalarıdır. Şükrü Paşa’nın Balkan Savaşı sırasında beş ay açlık ve yoksulluk içerisinde savunduğu Hıdırlık Tabyası günümüzde Genel Kurmay Başkanlığı tarafından Balkan Savaşı Müzesi’ne dönüştürülmüştür. Burada bütün tabyalar onarılmış, Balkan Savaşı konu mankenleri, fotoğraflar, tabelalar, ses ve ışık düzeni ile ziyarete açılmıştır. Müzede savaş canlı şekilde ziyaretçilere yaşatılmaktadır. |
Edirne'de Kırkpınar
Edirne’de Kırkpınar Güreşlerinin yapıldığı yer hakkında çeşitli görüşler ortaya atılmıştır. Edirne Vilayeti Salnamesine göre (1901) Kırkpınar’ın asıl yeri olarak Simavna ile Sarıhızır bölgeleri arasında çayırlık alan gösterilmektedir. Bir başka görüşe göre de Kırkpınar Edirne il merkezine 16 km. uzaklıktaki Görmutlu ile Seymenli köyleri arasındadır. Kırkpınar’ın Ahırköy yakınında olduğu da iddia edilmektedir. Bütün bunlar gösteriyor ki tarihi Kırkpınar Çayırı Balkan Savaşı’ndan sonra Türkiye sınırları dışında kalmıştır. Sultan I.Murad Edirne’yi aldığı zaman güreş sporuna önem vermiş ve bir pehlivanlar tekkesi kurdurmuştur. Bu tekkeden de güçlü Türk pehlivanları yetişmiştir. Kırkpınar ile ilgili olarak bir de efsane vardır. Buna göre; iki pehlivan güreşirler ve yenişemezler. Gece de güreşlerini sürdürürler ve her ikisi de yorgunluktan orada ölürler. Güreştikleri yere bu pehlivanlar gömülür. Daha sonra bu yerden kırk tane pınar fışkırır ve bu yere de bundan ötürü Kırkpınar ismi verilmiştir. Bir başka söylentiye göre de, Türklerin Anadolu’dan Rumeli’ye geçişleri sırasında kırk Türk akıncısı Balkanlar’da bir mola sırasında aralarında güreş tutmuşlar ve aralarından ikisi güreşirken yorgunluktan ölmüştür. Arkadaşları tarafından buradaki ağaçlık bir yere gömülmüşlerdir. Akıncılar geriye döndüklerinde, aynı yerden geçerlerken arkadaşlarını gömdükleri ağaçların altından buz gibi bir pınarın kaynadığını görmüşlerdir. Halk arasında Kırkların Pınarı diye isimlendirilen bu pınarlı çayır daha sonra Kırkpınar’a dönüşmüştür. Edirne Çocuk esirgeme Kurumu’ndan Rasim, Kavaf Recep, Terzi Şevket, Bedestenli Mehmet, Çubukçu Rasim, Kıyıkçı Rıza Efendiler Kırkpınar’ı Sarayiçi’nde canlandırmış ve bugünlere ulaşmasını sağlamışlardır. Cumhuriyetin ilanından sonra da Kırkpınar Güreşleri Edirne’nin Sarayiçi bölgesinde her yıl yapılmaya başlanmıştır. Edirne’nin en önemli iç turizmi olan Kırkpınar’ı Edirne Belediyesi yönetmektedir. Her yıl Edirne’de bir Kırkpınar Komitesi kurulur, komite önce Kırkpınar Güreşlerinin başlayacağı günü çeşitli yayın organlarında ilan eder ve katılacakları davet eder. Kırkpınar Güreşlerinde deste, küçük orta, büyük orta, baş altı ve baş pehlivanlara verilecek ödüller belirlenir ve bunlar ilan edilir. Kırkpınar’ın kendine göre bir takım gelenekleri vardır. Öncelikle güreşlerin başlayacağı Cuma günü sabahı Atatürk heykeline çelenk konur, saygı duruşunda bulunulur. Pehlivanlar mezarlığı ziyaret edilir oraya da çelenk konularak dua edilir. Cuma namazından sonra Selimiye Camisi’nde Mevlüt okunur ve öğleden sonra güreşler başlar. Güreşler Cuma-Cumartesi_Pazar günleri devam eder. Güreşlerin son günü bir kuzu açık arttırmaya çıkarılır ve en çok arttıran da Kırkpınar’ın Ağası olur. Güreşlerde hakem heyetine itiraz olmaz. Kırkpınar’da ünlü Türk pehlivanları yetişmiştir. Bunların başında; 26 yıl aralıksız baş pehlivanlığı kazanan Kel Aliço, 16 yıl baş pehlivanlığını sürdüren Adalı Halil ile Koca Yusuf, Kurtdereli Mehmet, Hergeleci İbrahim, Çolak Molla Mümin, Kara Ahmet, Filiz Nurullah, Katrancı Mehmet, Kara İbo, Makarnacı Halil, Mardalı Ahmet, Küçük Yusuf, Edirneli Kara Emin, Manisalı Rıfat, Bandırmalı Kara Ali, Gostivarlı Mülayim, Tekirdağlı Hüseyin, Tekirdağlı Hüseyin Aklaya, Babaeskili İbrahim, Hayrabolulu Süleyman, Sındırgılı Şerif, İrfan Atan, İbrahim Karabacak, Adil Atan, Mehmet Ali Yağcı gelmektedir. |
Edirne Mezarlıkları
Edirne’nin eski mezarlıkları XX.yüzyılın başlarında bir çok şehirde olduğu gibi parsellenerek satılmış ve yerlerinde yeni yapılar yükselmiştir. Bu nedenle de Edirne’deki tarihi bir çok mezar taşı da yok olmuştur. Edirne’de mezarlar Türk sanat ve tarihini en güzel biçimi ile anlatan örneklerdendir. Edirne mezarlıklarının belli başlıları; İstanbul Yolu Mezarlığı, Uzun Kaldırım Mezarlığı, Tatarlar Mezarlığı (Zindan Mezarlığı), Buçuktepe Mezarlığı, Bademlik Mezarlığı, Tepe Mezarlığı, Seyit Celali Mezarlığı, Acıçeşme Mezarlığı’dır. Bunların dışında cami ve derg3ahların avlularında da önemli her biri ayrı birer tarihi belge niteliğinde olan mezar taşları bulunmaktadır. Bu tür mezarlıkların başında Sezai Dergâhı Mezarlığı, Saruca Paşa Camisi Haziresi, Gazi Mihal Camisi Mezarlığı, Kasımpaşa Camisi Haziresindeki Mezarlık gelmektedir. Bu mezarlıkların en önemlileri de İstanbul Yolu Mezarlığı, Uzun Kaldırım Mezarlığı, Saruca Paşa Mezarlığı, Gazi Mihal Mezarlığı, Sezai Dergâhı Mezarlığı ve Kasımpaşa Mezarlığı’dır. Çeşitli nedenlerle büyük bir kısmı ortadan kalkan Edirne mezarlıklarına ait tarihi değerdeki mezar taşlarından bazıları Edirne Müzesi’nin avlusunda bulunmaktadır. Bunların başında da Yeniçeri mezar taşları gelmektedir. Bu mezarlıklardaki mezar taşları tarihi şahsiyetler yönünden ve mezar taşlarının sanat tarihi yönünden iki ayrı gurupta toplanmaktadır. İstanbul Yolu Mezarlığı Edirne’nin en büyük mezarlığı idi. Edirne’yi İstanbul’a bağlayan yolun her iki yanında geniş bir alanı kaplıyordu. Ne yazık ki bugün bu mezarlığın büyük bir kısmı yapılanma nedeni ile yok olmuştur. Buradaki mezarlar XVI.-XIX.yüzyıl arasındaki tarihi kişilerine aitti. Bunların başında Ispartalı Kınalızâde Ali Efendi’nin mezarı (1572), Pertev Paşa’nın mezarı (1837), İbrail Muhafızı Yeğen Mahmut Paşa’nın mezarı (1796), Selanik Valisi Selim paşa’nın mezarı (1790), Muhzirzâde Muhammed Zihni Efendi’nin mezarıdır. İstanbul Yolu Mezarlığında bulunan ve bugün Edirne Müzesi’nde bulunan Yeniçeri mezar taşlarının benzerlerine İstanbul Türk ve İslam Eserleri Müzesi’ndeki birkaç örnekten başka yerde rastlanmamaktadır. Yeniçeri 18.bölüğün çorbacısı Süleyman Ağa’nın mezarı (1755), Gazi Mihal Bey’in oğlu Hızır Bey’in mezarı, Mahmut Bey’in oğlu Mehmet Bey’in mezarı (1608), Edirne Kadısı Kalyonizâde Mehmet Emin Efendi’nin oğlu Seyit Ahmet Dai Efendi’nin mezarı bunların başında gelmektedir. Edirne Kaleiçi’nde Saruca Paşa Mezarlığında Ahmet Zihni Efendi’nin, Budin Valisi İsmail Paşa’nın mezarı; Sezai Dergâhı Mezarlığında Kadri Paşa’nın mezarı bulunmaktadır. Edirne Uzun Kaldırım Mezarlığında da eski ve tarihi mezarlar bulunmaktadır. Viyana bozgunundan sonra Belgrat’ta idam edilen Merzifonlu Kara Mustafa paşa’nın kesik başı Saruca Paşa Camisi haziresinde gömülüdür. Budin kalesini savunan ancak bazı kişilerin hışmına uğrayan Melek İbrahim Paşa da 1685-1686 yılında idam edilmiş ve kesik başı Kara Mustafa Paşa’nın yanına gömülmüştür. Sadrazam Sürmeli Ali Paşa’nın 1694-1695 yılları arasında idam edilmesinden sonra Kasımpaşa Camisi haziresine gömülmüştür. Daha sonra bu mezar taşı Edirne Müzesi’ne ***ürülmüştür. Üç Şerefeli Cami’nin haziresinde de pek çok tarihi kişinin mezarı bulunmaktadır. Bunların başında Cizyedar Abdullah Paşa (1693-1694), Osman Paşa (1698-1699), Bozoklu Mustafa Paşa (1783-1784) ve Atıf Paşa’nın (1783-1784) mezarları bulunmaktadır. Enez’de Has Yunus Paşa’nın türbesinin çevresinde de Osmanlı dönemine ait mezar taşlarının bulunduğu bir mezarlık vardır. Enez çalışmaları sırasında İstanbul Üniversitesi bu mezarlığı düzenlemiştir |
Edirne Dolmen ve Menhirleri
Dolmenler (Lalapaşa) Edirne Lalapaşa ilçe merkezinin hemen yanında bulunan, bir çoğu da köy yollarının kenarında dizili olan dolmenler 1960 yıllarında Ş.A.Kansu tarafından yeniden bulunmuştur. Ş:A.Kansu daha çok Lalapaşa ilçe sınırları içerisindeki dolmenleri tespit etmiş, çeşitli raporlar ile 19 dolmenin fotoğraf ve tanımlarını yayınlamıştır. Daha sonra Edirne Müzesince 5 tane daha dolmen tespit edilmiştir. Dolmenler, tarih öncesinde mezar olarak kullanılan iki tanesi dikili, üçüncüsü de bunların üzerine kapak gibi yatırılmış üç büyük taştan meydana gelmiş yapılardır. Trakya dolmenleri genelde ortak özelliklere sahiptirler. Dolmenler esas mezar ve giriş odaları ile bunları çevreleyen küçük bir tepeden oluşmuştur. Mezar odaları ile ön odaların yapımında boyutları 2-3 m.ye kadar olan iri taş bloklar kullanılmıştır. Esas mezar odasının dört yanı iri blokların dik olarak yerleştirilip, üzerinin de yine iri bir blok taş ile örtülmesi ile biçimlendirilmiştir. Yan taşlar, arkada küçük bir antre oluşturacak şekilde çıkıntı yapar. Odanın ön kısmındaki kenar taşına “Ruh deliği” olarak adlandırılan küçük bir delik açılmıştır. Genellikle iki tane olan giriş odaları da aynı yöntemle şekillendirilmiştir. Bazen bir ruh deliği ikinci odanın girişinde de bulunmaktadır. En öndeki giriş odası daha çok önü açık bir koridor niteliğindedir. Mezarı genellikle küçük ve alçak bir tepe çevreler. Doplmenlerden bazıları ikili, bazıları da dörtlü gruplar halindedir. Dolmenlerin yönleri kuzeybatıya doğrudur. 1990 yılında Prof.Dr.Mehmet Özdoğan başkanlığında bir ekip daha önceden bilinen 50 dolmenin dışında 24 tane daha dolmeni tespit ederek belgelemiştir. Trakya dolmenleri genel olarak Son Tunç Çağı-İlk Demir Çağı geçiş dönemine, MÖ.1400-900 yılları arasına tarihlendirilmektedir. Bazı görüşlere göre dolmenlerin üstünü kaplayan büyük taş üzerinde tören yapılmaktadır. Edirne Müzesi tarafından 1994 yılında Lalapaşa’da yapılan kazıda bir dolmenin içerisinde insan kemiklerine rastlanmıştır. Birden fazla kişiye ait kemikler, burasının bir aile mezarı olduğuna işaret etmektedir. Kemiklere iki odalı ve bir girişi olan dolmenin ortasındaki odada rastlanmıştır. Trakya dolmenlerinin bir devamı niteliğinde olan Yunanistan’da Batı Trakya’daki ve özellikle Bulgaristan’da Istranca, Sakar ve Rodop olmak üzere üç dolmen bölgesi olup, bu bölgede bilinen 750 kadar dolmen bulunmaktadır. Menhirler (Lalapaşa) Tarih öncesi dönemlerde 2-3 m. boyunda kabaca yontulmuş olarak toprağa gömülerek dikilen taşlardır. Bu taşların işlevi hala tam olarak bilinmemektedir. Büyük olasılıkla mezarların yerini belirtmek için kullanılmıştır. Bazılarının ise sınır taşı olarak kullanıldığı sanılmaktadır. Trakya bölgesi menhirler bakımından zengin bir bölgedir. Trakya’nın Türkiye sınırları içerisinde kalan bölümünde bu megalitik anıtlar hakkında yeterli sayılabilecek çalışmalar yapılmamıştır. Bölgede Kırıkköy, Lalapaşa ve Çömlekpınar Köyü çevresinde toplu olarak bulunurlar. Bölgenin genelinde tek tek dağılmış bir çok menhir bulunmaktadır. |
Edirne Kütüphaneleri
Selimiye Cami Kütüphanesi (Merkez) Edirne Selimiye cami Kütüphanesi yavuz Sultan Selim tarafından 1574’te kurulmuştur. Caminin yapımı bittikten sonra, Yavuz Sultan selim’in buraya vakfettiği kitaplarla açılmıştır. Başlangıçta 257 kitabı vardır. Daha sonra bağışlanan ve vakfedilen kitaplarla, kütüphanenin kitap sayısı 5.757’yi bulmuştur. Kısa zamanda yazma ve basma kitaplarla Türkiye’nin en zengin kütüphanelerinden biri durumuna gelmiştir. Cumhuriyetin ilanından sonra tekke ve zaviyelerin kapatılmasından sonra oradaki kitaplar da Selimiye Yazmalar kütüphanesine devredilmiştir. Edirne İl Halk Kütüphanesi 1968 yılında açılınca da yazma kitaplar Selimiye Kütüphanesinde kalmış, diğer kitaplar da buraya taşınmıştır. Sultan II.Murad’ın Edirne’de Kurduğu Kütüphaneler (Merkez) Sultan II.Murad Edirne’de Üç Şerefeli Cami’nin medresesinde, Saatli Medresede ve Muradiye Medresesinde kütüphaneler kurmuştur. Sonraki yıllarda bu üç kütüphane birleştirilmiştir. Bu medrese ve kütüphaneler döneminin ilim yuvası olmuş, İstanbul’un ilk kadısı Hızır Bey, Müftü Ahmet Paşa gibi ünlü alimler de buradan yetişmiştir. Sultan II.Murad’dan sonra Fatih Sultan Mehmet bu kitapları Edirne’de yaptırmış olduğu Cihannüma Kasrı’ndaki Kasr-ı Padişah-ı Kütüphanesine taşıtmıştır. Sultan II.Beyazıt Kütüphanesi (Merkez) Sultan II.Beyazıt Edirne’de yaptırmış olduğu Sultan II.Beyazıt Külliyesinin Tıp Medresesinde bir vakıf kütüphanesi kurdurmuştur. Bu kitaplar Sultan II.Beyazıt’ın vakfiyesinde de kitapların isimleri ve sayfa sayıları ile aynen yazılmıştır. |
Edirne Dergâhları
Edirne Osmanlı devletinin başkenti olmasından sonra şehirde bazı dergahlar yapılmış, sonradan bazıları işlevini yitirerek camiye dönüştürülmüştür. Bunların başında da Mevlevi dergahı olarak kurulan sonra da Muradiye Camisi’ne dönüşen yapı gelmektedir. Bu arada caminin yanına bir Mevlevihane yapılmış ancak, bu yapı da günümüze gelmemiştir. Evliye Çelebi, Edirne dergahları konusunda bazı bilgiler vermiştir. Ardından Rıfkı Melül Meriç Edirne’de kurulan ve zamanla yıkılarak ortadan kalkan dergahların listesini vermiştir. Oral Onur da günümüze gelemeyen dergahların kitabelerini yayınlamıştır. Edirne dergâhlarının başında Hünkar Dede Dergâhı gelmektedir. Bu dergâh, Hıdırlık Tepesi’nde Bektaşi tekkesi olarak kurulmuştu. Ancak burada bazı uygunsuz kişilerin toplandığı ve devlet itibarını sarsacak işlerin yapıldığı saraya ihbar edilmiş ve Sultan İbrahim zamanında Kara Mustafa Paşa tarafından 1051’de yıktırılmıştır. Edirne’de bir de güreşçiler dergâhı bulunuyordu. Derviş hücreleri ve matbahtan oluşan bu yapı ahşap idi. İçerisinde pehlivanlarla ilgili çeşitli eşyalar, güreş malzemeleri bir araya getirilmişti. Bu dergâhın Ali Paşa Çarşısı yakınında bulunduğunu Evliye Çelebi belirtmiştir. XVII. yüzyılda Zindan Kapısı dışında küçük bir dergâh bulunuyordu. Şeyh Zindani Tekkesi isimli bu dergah İstanbul’un fethine katılmış bir velinin türbesi çevresinde kurulmuştu. Edirne’de Kurtbayırı denilen yerde geniş bir arazi içerisinde bir Kadiri dergâhı vardı.Bu dergâh da Şeyh Sezai-i Gülşeni tarafından kurulmuştu. Bunların yanı sıra Ağaçpazarı yakınında Hacı Ömer Ağa’nın kurduğu dergâh, Beylerbeyi Camisi yakınında Şeyh Mestçizade İbrahim Efendi dergâhı da halveti tarikatına bağlı olarak işlev yapıyordu. Üç Şerefeli Cami’nin yanında Müezzin Sultan ve İshakilerin Ebu İshak Kazeruni dergâhları da vardı. XVII.yüzyılda Eski Cami yakınında Taşkent Baba Dergâhı, Ağaçpazarı yakınında Tütünsüz Baba Tekkesi de devrinin önemli dergâhları arasında idi. Gülşeni Tarikatından Hasan Sezai Efendi’nin kurduğu Hasan Sezai Dergâhı 1428’de kurulmuş ve sonra camiye dönüşmüştü. Kadirhane semtinde, Selçuk Hatun Camisi’nin karşısında bir Kadiri Dergâhı bulunuyordu. Bu dergâhı Kadiriliği Edirne’de yaygınlaştıran Şeyh İsmail Rumi Efendi kurmuştur. Bu dergâh 1746 yılında yanmış, Vezir-i azam Muhsinzade Mehmet Paşa tarafından 1773 yılında tamir edilmişti. Dergah sonraki yıllarda birkaç kez yanmış ve Edirne valilerinden Hacı İzzet Paşa tarafından onarılmış, l885 yılında törenle açılmıştır. Edirne Müzesi’nde bulunan bir kitabeden Edirne’de Celvetiye Dergâhı olduğu öğrenilmektedir. Müzedeki kitabesinde l639 tarihinde yapıldığı anlaşılmaktadır. Edirne Halk eğitim binasına giden yolun üzerinde Kargı Baba Dergâhı bulunuyordu. Evliya Çelebi Kargı Baba’nın Bektaşi olduğunu ve orduya kargı yaptığını belirtmiştir. Bu dergâha ait 1865 tarihli onarım kitabesi Edirne Müzesi’ndedir. Lari Camisi’nin arkasında Rami Efendi’nin 1625 yılında kurduğu Gülşeni Dergâhı bulunuyordu. Bu dergah 1625,1636 yıllarında yenilenmiş ve semahanesi yeniden yapılmıştır. Bu onarımları gösteren kitabe yakın tarihlere kadar dergâhın kapısı üzerinde bulunuyordu. Edirne’de Şıh İbrahim Efendi’nin kurmuş olduğu Rıfai Dergâhının 1780 tarihli kitabesi Edirne Müzesi’nde bulunmaktadır. Evliya Çelebi Edirne’de bunların dışında Üçler-Yediler, Şütüraplar, Karacaahmet Sultan dergâhlarının isimlerini vermektedir. Ayrıca Edirne Müzesi’nde bazı dergâh kitabeleri bulunuyorsa da bunların hangi dergâha ait oldukları ve bu dergâhların yerleri bilinmemektedir. Sokollu Külliyesinin cami avlusunun kuzeydoğusunda bulunan dergâhtan yalnızca mihrap duvarı ve mihrabın çıkıntısı günümüze ulaşabilmiştir. Dergâhın hangi tarikata ait olduğu anlaşılamamaktadır. Prof.Dr.Ara Altun ve Tülay Reyhanlı bu bölümün bir süre mescit olarak kullanıldığını belirtmişlerdir. Onlardan öğrenildiğine göre, dergâhın batıdan bir girişi ve girişin iki yanında da biri mihraplı olmak üzere iki ayrı bölümden meydana gelmiştir |
Edirne Su Yolları ve Kemerleri
Edirne’nin Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti olmasından sonra, şehrin su gereksinimini karşılamak üzere 40 km. uzaklıktaki Sinanköy ve Taşlımüsellim’deki kaynaklardan su getirilmiştir. XVI.yüzyılda Kanuni Sultan Süleyman’ın Mimar Sinan’a yaptırdığı su kemerleri vasıtası ile şehre gelen sular çeşitli çeşmelere ve kuruluşlara dağıtılmıştır. Edirne’ye su getiren Sinanköy ve Taşlımüsellim su yolları farklı dönemlerde yapılmıştır. Edirne’de yapılan su kemerleri ve su yolları sonraki yıllarda İstanbul’a su taşıyan Kırkçeşmeler su taşıma sistemlerine öncülük etmiştir. Taşlımüsellim’den getirilen sular 35 km. uzaklıktan ve 150 m. yükseklikten geçmektedir. Sinanköy’den getirilen sular 5,5 km. uzaklıkta ve 115 m. yükseklikten şehre ulaşmakta idi. Edirne’ye sular bir takım tünellerden ve kemerlerden getirilmektedir. Bu kemerlerin en önemlilerinden birisi de 105 m. uzunluğundaki Kırkgöz Kemeri’dir. Günümüzde bu su taşıma sisteminden yararlanılmaktadır. Ayrıca belirli yerlerde de su toplama havuzları bulunmaktadır. Bunun dışında Hançerli Kemer, Ortakçı Kemeri, Arap Kemeri, Çifte Kemer, Karayusuf Kemeri, Yedigöz Kemeri, Kurt Kemeri, Bahçe Kemeri, Hıdırağa Kemeri, Oğlanlı Kemeri, Hasan Ağa Kemeri ve Üçgöz (Ağa Hamamı) Kemeri vardır. Bunlar kesme taştan ve moloz taştan yuvarlak ve hafif sivri kemerlidir. Hançerli, Ortakçı, Arap, Çifte, Karayusuf, Kurt Kemeri, Bahçe Kemeri ve Oğlanlı kemer tek gözlüdür. Yedigöz kemerinin yedi gözü; Üçgöz Kemeri ile Hıdırağa Kemeri üç gözü bulunmaktadır. Merzifonlu Kara Mustafa Paşa 1666-1667 yılında Edirne’ye yaptırdığı 12 çeşmenin yanı sıra kentin su ihtiyacını yeni kaynakların eklenmesi ile daha da geliştirmiştir. II.Abdülhamid döneminde Edirne Valisi olan Hacı İzzet Paşa şehre gelen su kemerlerini ve su yollarını 1890 yılında onarmıştır. Bazı yerlerini de yenilemiştir. Nitekim bu dönemde Edirne’de 190’dan fazla çeşme olduğunu Rıfkı Melül Meriç’ten öğrenmekteyiz. |
|
|
|
|
<<..Selimiye Cammi hakkında bilinmeyenler...>>
-------------------------------------------------------------------------------- Osmanlı padişahı ikinci Selim (1524-1574) adına Türk mimarisinin ölümsüz dehası Mimar Sinan tarafından altı yılda bitirilen ve kendisinin “ustalık eserim” diye iftihar ettiği Selimiye Camii bir çok manevi vasıfları sembolize etmektedir. Camii’nin, tek bir büyük kubbesi (43.28 m. yüksekliğinde ve 31.28 m. çapında) oluşu Allah’ın birliğini… Pencerelerinin beş kademeli oluşunun İslam’ın beş şartını… Bütün pencerelerinin 99 tane oluşunun Cenab-ı Hakk’ın 99 ismini… Vaaz kürsülerinin 4 tane olması 4 hak mezhebi… Mabedin bütün külliyesinde 32 kapının oluşunun İslam’ın 32 farzını… Arka minarelerinde 6 yolun olmasının imanın 6 şartını… Camii’nin minarelerinde 12 şerefenin olmasının da yaptıran padişahın Osmanlı Devleti’nin 12. padişahı olduğunu göstermektedir. |
|
|
|
|
Bütün Zaman Ayarları WEZ +3 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 13:38 . |
Powered by vBulletin® Version 3.8.11
Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.
Dizayn ve Kurulum : Makinist